30 Ocak 2009 Cuma

beşiktaşıma hayırlı olsun.
fabian ernts gelmiş.
sertmiş, tam aradığımız adammış.
peki kimmiş;
30 Mayıs 1979'da Almanya'nın Hannover kentinde doğan Fabian Ernst, futbola doğduğu şehirde başladı. 1998 yılına kadar Hannover forması giyen orta saha oyuncusu, 1998 - 2000 yılları arasında Hamburg, 2000-2005 yılları arasında ise Werder Bremen'de top koşturdu. Ernst, şu anda 2005 yılında transfer olduğu Schalke 04 forması giyiyordu.
Alman Bundesliga'da şimdiye kadar 312 maça çıkan Fabian Ernst, 24 kez de Almanya milli takımında görev aldı. 1.83 boyunda ve 80 kilo olan 30 yaşındaki oyuncu orta sahada görev yapıyor.
umutlu olmak istiyorum,
mutlu olmak istiyorum,
sevinmek için sevmedik ama
sövmek için de sevmedik ya!

şans elize!

bugünlerde geçmişe özlemim pek yoğun.
o güzel fransızca kelime gibi "nostaljik" oldum resmen.
fillere de taş çıkaran hafızam sağolsun,
ayrıntılarla yaşıyorum..
konuşmaydı aguydu guguydu derken ortaokul sıralarıma kadar geldim,
babamın memuriyeti nedeniyle çok il gezdim.
(ahahahah bayılıyorum bu söz öbeğine de)
her ilimiz ayrı güzel(bırak bu popülizmi) biliyorum ama
istanbul,kıbrıs, antalya ve ankara il il dolaşmış memurun görev yerleri nazara alındığında daha bi güzel sanki.
şanslı olduğumu sıkça dile getirdiğim için şaşırmadığınızı umuyorum.
bu şans olayı da şöyle aslında;
biri bana sorduğunda şanslıyım diyorum.
çünkü şanstan bende bol miktarda var,
ama iyisi de kötüsü de...
pişmiş tavuğun başına gelmeyecek iş de gelir başıma,
hayatta başaramazsın denilen işleri de başarırım..
öyle de şanslıyım işte.
her ne ise efenim bu gezişlerimizin ortaokul kısmına tekabül eden şehir antalya'dır.
antalya malumunuz sıcak..
nisanda denize girmeye başlıyoruz.
ama sınıfta kalorifer yok soba kuruyoruz.
aralıkta incecik kıyafetler giyebiliyoruz.
ama okula siyah önlükle gidiyoruz.
sobanın önünde ısınalım derken önlük böyle parlak bir hal alıyor.
ama o önlüğü çıkarıp koşarak denzie girebiliyoruz.
sefillik mi desem, vezirlik mi desem...
iyisi mi şans diyeyim..
şans!!
öperins!

29 Ocak 2009 Perşembe

dahi anlamındaki "ben"!

7 aylıkken başladım konuşmaya,
9 aylıkken mama istiyorum,
13 aylıkken "anne bu kim" dedim.
ay bazında değil de sene olarak bakıldığında 5 yaşımda tanıştım okul sıralarıyla.
hem erken başladım okula hem geç.
yaşım 5ti ama aylardan da kasımdı.
yani akranlarım anasınıfında şarkılar söylerlerken,
okul arkadaşlarım ise çizgileri, yuvarlakları çoktan çizmişlerken,
ben ahşap sıra ve tebeşirle yeni tanıştım.
evde kendi kendime okuma yazma söküp, problemleri dahice çözdüğümden değil heves ettiğim için başladım okula.
okuma ağacına ilk ben çıktım,
yakama kurdelayı ilk ben taktım.
hep benden büyüklerle okudum,
kendimi büyük sandım.
anadolu lisesi sınavına iki kere girdim.
kazandığım iptal edilince diğerini de kazanamayınca normal ortaokula gittim.
bu sayede hazırlık okuyup da öss'si de iptal edilenler kervanında adım olmadı.
5lik sistemdeki ve kredili sistemin ardındaki ilk, öysye giren son nesil oldum.
hazırlık okumadım hayatımda.
özel ders ı-ıh.
össde o kadar matematik yapıp yapmayanla aynı puan alınca sinirlendim, matematik çalışmayı bıraktım.
integralden tek formül biliyordum, öysde o çıktı.
yaptım, şanslıydım.
sınava girmeden, sınavın nasıl geçtiğini bilmeden tercih yaptım
hiç de fena sayılmayacak bir okul/bölüm kazandım.
hem de 16 yaşımda.
barlara giremezken amfilere girdim.
ally mc beal izledim büyüyünce ally olacağım diyerek.
okudum büyüdüm.
ingilizce konuştum yetmedi italyancayı ondan daha iyi konuştum.
mastera başvurdum, kazandım.
bursla italyaya gittim gezdim geldim.
işe başlayınca "itiraz ediyorum sayın yargıç" repliğinin sadece filmlerde olduğunu anladım.
pes ettim.

öyle biri oldum işte..
bunları anlattım çünkü çocukluğumdan beri "özel" olduğumu, ilerde çok başarılı olacağımı muhakkak farklı bişeyler yapacağımı düşünüyordum.
(bilmiyorum belki herkes böyle düşünüyordur.)
şimdi bakıyorum normal bir vatandaştan öteye gidememişim.
yaşım küçük (küçülüp cebinize girecek kadar değil tabi).
önümde seneler var,
biliyorum,
ama bilmem kaç yaşıma kadar içimde taşıdığım o tılsım yok.
yaptığım işe karşı hevesim yok.
zihnimi çalıştırmama beynimi kullanmama gerek yok.
dahi anlamındaki "ben"in ayrı yazılmasına gerek yok!

27 Ocak 2009 Salı

hatırla sevgili sancısı!

Bir yönetmenin sürekli aynı oyuncularla çalışmasından hoşlanmıyorum.
çağan ırmak çok yapıyor bunu.
tomris giritlioğlu da yapmış bu sefer güz sancısında.
heryerden hatırla sevgili'den bir karakter fırlayınca film de yine dönem filmi olunca flashbacklerle hatırla sevgili'ye döndüğüm çok sahne oldu.
hüseyin avni danyal'ın canlandırdığı karakter adnan menderes'i arayınca "hoop menderes sensin" diyesim bile geldi.
o derece.
zaten güz sancısı olay üzerine kurulu bir film değil de karakterler üzerine kurulmuş bir film olmuş.
zira bahsederek kendi reklamını yaptığı ve kitabından uyarlandığı 6-7 Eylül olayları gone with the wind.
behçet'in basiretsizliğini çok güzel canlandıran ve kendisinden nefret etmemizi sağlayan murat yıldırım'ın oyunculuğu takdire şayan.
kendisi de takdire şayan.
ben şahsen kendim murat yıldırımı sürekli ve her fırsatta takdir ediyorum.
bravo murat bravo çok başarılısın!
öhöm her ne ise beren saat ve belçim bilgin'den bahsetmek istemiyorum.
kendilerinden hoşlanmamama ve hatta ifrit olmama rağmen filmi tüm objektivitemle izledim ama maalesef olmamış kızlaaaaar!
beren sözüm sana; yapmacıklık, abartı, sahte masumiyet sana çok yakışıyor aynen devam.
belçim sen de aynı şaşkın ve gerçekten uzak duygsallığında oynamaya devam et.
daha nice roller sizi bekliyor kızlar.
nihahahahah!
diğer tüm oyuncular ve hamam böcekleri ise tartışmasız çok başarılıydı.
çok alakasız yerlerde olayı melodramik hale getirmek için müzik fazla yükseltilmiş, bir de sanırım filmi izlediğim armada sinemalarının ses düzeni bozuk olduğu için sesler çok rahatsız ediciydi.
karakter isimlerinin çoğunu anlamadım bile.
müzisyen olmamama rağmen-ki kulağım çok iyidir- yemekte viyolonsel çalan kızın notalardan alakasız çaldığını farkettim.
filmde sahnesi var sanmıştım ama bi daha görünmedi.
yani gerçek çalan biri olabilirdi.
kızcağız gereksiz bir ayrıntı olarak oraya konmuş, belki tomrisin tanıdığıdır.
filmde tanıdıklar gerek yazılı gerek görsel olarak bolca görünmüş zaten.
velhasıl kelam filmden tatmin olarak ayrılmadım.
ancak tarihinden bi haber gençlere tarihlerine karşı "merak güdüsü" aşılamayı başarabilirse bu film o zaman tatmin olurum sanıyorum.
ciddi film yorumuma blog tadı verdim.
hadi bakalım şimdi bi koşu bana mısır alın gelin.
mucu mucu.

26 Ocak 2009 Pazartesi

80'lerin sonunda 90'ların başında kabahatiyle oynamak!

en çok güldüklerimiz ve konuşmaktan en çok keyif aldığımız şeylerin ortak farkındalıklarımız olduğunu söylerken bir bildiğim vardı elbet.
bu 80'ler 90'lar muhabbeti de bu bildiklerimden biri idi.
ama artık ne görmek ne de duymak istiyorum bu ortak hafızayı.
iyiydi güzeldi hoştu ama hatırladık bitti gitti.
uzatmasak artık.
menapozlu ruhuma fenalık geliyor böyle abartılarda.
dudağının üzerinde bıyık yerine süt lekesi bulunan sabi sübyan bile 80 sonunda çocuk olmuş.
80'lerin başında doğmuş biri olarak ben bile kendimi bu gruba balıklama sokamıyorum.
biri facebookta bir grup kurup bu konuda heryerde konuşulanları, hepimizin yaşadıklarını alt alta yazdı diye televizyonlara çıkıp dahi muamelesi gördü ya ondan beridir iyice TİSKİNDİM bu durumdan.
bir de kitap yazacakmış haspam!
aman ne yaratıcı!
ha bi de eşek kadarken izlediğim dizileri, çizgi filmleri bana nostaljik diye yutturmaya çalışıyorlar.
yok taso yok zeyna yok icq.
o zaman bigisayar mı vardı ki icq olsun ayol!
kimse ozan orhonla senkron programını, lulu'yu, 3-2-1 contact'ı, bileğe vurunca kıvrılıp bilezik olan aleti hatırlamıyor.
ee tabi o zamanlar kabahatleriyle oynuyorlardı.
80'lerde doğduk diye indigo çocuğuz diyorduk havamız oluyordu en azından.
ama şimdi önüne gelen bizden.
bu nedenle 80'lerin sonunda 90'ların başında çocuk olma statümden istifa ediyorum.
ama hakkım saklı kalsın.
2020'lerin sonu 2030'ların başı bir gece ansızın dönebilirim!
öperim!

23 Ocak 2009 Cuma

zeyinyağlı yiyemem amaaaan,blıog mılog yazamam amaaaan..

yazamam çok hastayım.
bi geçmiş olsun diyen olmadı.
geçmedi.
duruşmak için 2 saat bekledim.
bitmedi.
karesi(üzerine anlamında)bir de biber gazı yedim sıhhiyede.
tam oldu.
öpemiyorum..
bulaşıcı.
hoş kalın.

21 Ocak 2009 Çarşamba

play with me! (oynama dinle)

kriz ve soğuk beni de vurdu sonunda hayırlı olsun.
dün pek bi keyifsizdim.
hatta duygusal yazılar yazmaya yeltendim.
adını bile hazırlamıştım ; keyif(sen)sizim!
ahahah ilahi bir güç tutmuş da beni yazmamışım allahtan.
yoksa hafızalardan silemeyeceğim tarzda geyik ve arabesk satırlar oluşacaktı.
adından belli..
yaratıcı kıroluğumun ürünü.
keyif(sen)sizim!
ahahahah..
hakan altun'a söyeyeyim de albüm adı yapsın.
ahahah.
keyifsizliğim keyiflendirdi beni.
ilahi ben!
öksürüğüm haricinde bugün keyfim yerinde.
ama bu sia ve soon we'll be found'dan bahsetmeme engel değil pek tabi..
3 gündür dön baba dönelim bunu dinliyorum.
orkestral şarkıları sevdiğim dikkatli dimağlardan kaçmamıştır.
sia'nın da sesi eklenince, sözler de süper olunca dinlemeyip de ne yapacaksın arkadaşım.

şimdi ben bunu buraya koydum ama playe basmamak, dinlememek olmaz.
hayır kendimden biliyorum blogu okurken şarkıyı dinlemiyorum çoğunlukla.
ama siz kötüyü örnek almayın, basın dinleyin.
pişman olmayacaksınız.
bu aradaaaa hazır aklıma gelmişken söyleyeyim.
gelip, bakıp, okuyup kaçmak yok demiştim.
ama görüyorum ki yorum yazmak şöyle dursun değerlendiren bile yok.
üzülüyorum.
kendimi yalnız ve kimsesiz hissediyorum.
duygusal bloglar yazdırmayan bana.
pişman olursunuz.
konumuzun sia olduğunu unutmuşken şarkı an itibariyle radyoda çalmaya başladı.
ilahi bir mesaj hissediyorum.
kesiyorum.
efenim playe basın, dinleyin.
hatta bulursanız klibi de izleyin.
beni hatırlayın.
öperins!

19 Ocak 2009 Pazartesi

Not-İst ya da farkedilens çeptır 3!


*eurosport sadece ronnie o'sullivan adlı bilardocunun maçlarını mı veriyor yoksa dünyadaki tüm bilardocular onunla mı oynamak zorunda?
*çubuk krakerin ülkerini etisinden daha çok seviyorum, hem de çok seviyorum. bi ben böyleyim sanıyordum meğer tüm "gerçek" çubukçular benimle aynı görüşteymiş.
*of aman nalanın kardeşi füsun geldi aklıma, ne alakaysa.
*net skor nedir acaba? 3-0 gibi net bir skorla yeniliyor da 2-1 olunca buçuk skor mu oluyor?
*niğde gazozunun içinde framboaz varmış! şaştım kaldım.
*tüm mağazalarda muhakkak bir kere askıyı yere düşürmeyi adet edindim, düşürmezsem rahat edemiyorum.
*şiir dinletisinden de fıkra dinletisinden de hoşlanmıyorum. fıkra dinletisi diye bişey var ise tabi.
*ülkem vatandaşının dedikodu bazlı yarışmaları bu kadar sevip de sevmemezlikten gelmesini anlayamadım gitti. kabul edin hepin(m)iz popüler kültürün ürünlerisiniz. evet derin nefes alıp tekrarlıyoruz po-pü-ler kül-tür!
*gözlerin bir içim su, içim yandı doğrusu! ana fikir: gözlerini yiyim yavrum! karşıt tepki: gözümü yeme ayrılıktır dedin yemedim de ayrılmadık mı?
*ilk öpücük dizisinde durmadan tilt oynarlardı tilt olurdum.
*blog sayfalarında koskocaman mail adresi verip, maillerime cevap vermeyenlere gelsin sıradaki şarkı. ondan sonraki benim olsun. sonraki de mail adreslerini arayıp bulamadığım, bu sebeple durmaksızın yorum yazdığım bloggerlara..
*büyüyünce madonna daha da büyüyünce nilüfer olmak istiyorum.
*mehmet ali erbil'le 50 sarışını da izliyorum, gülüyorum da. kime ne? hatta zahide taklidi bile yaptım.
*yusuf'un beşiktaşa gelmesini isabetli buluyorum ben, hb 05 uç tipi insanım!
*medeniyet kelimesinin medine'den geldiğini biliyor muydunuz? ben biliyordum. trivial pursuit'de bi güçlü abiye yenildim zaten. şans yıldızı yarışma programına da katılıp "mavi kanat lütfen" demişliğim bile var. ha hayyt!
*uzatmayalım, çıkalım, gidip twilight izleyelim, öpelim.

je ne veux pas travailler!



Jö nö vö pa travayeeee, jö nö vö pa dejöneeee..

travaye falan diyerek her ne kadar yolculuktan bezmiş bir icra avukatı ve ya ilaç mümessilinin bıkkın çığlığı gibi görünse de benim gibi "mesai insanları"nın her pazartesi, her tatil dönüşü ve her bunalmada söylediği dizeler..

Ege kayacan'ın daha bu sabah modern sabahlarda söylediği gibi içinde sempatik falan geçiyor ya sözlerini anlamasak da seviyoruz biz bu şarkıyı.

Kimini şanzelize'de kahvesini yudumladğı anlara kimini edit piafın sahnede olduğu bir konsere kimini ise çoook uzaklarda deniz kenarında bir yere götürüyor bu fransızca söz öbeği.

Benimse aklıma kankan yapan kızlar geliyor.

hayalgücü işte sınır koyamıyorsun azizim.

kadın çıkmış tüm içtenliği ile çalışmak istemiyoruuum, yemek yemek istemiyorummm, sadece unutmak istiyorum ve sonra tellendiriyorum desin biz de çiçekler, böcekler, kuşlar, lay lay lom diyelim.

ayıp diyorum. kınıyorum.

öpüyorum.

17 Ocak 2009 Cumartesi

8's so maniac!!

Eminim daha önce de sayıların cinsiyetleri üzerine blog yazıları yazılmıştır.
ama ben görmediğime göre yazabilirim.
kanunu bilmemek mazeret sayılamaz ama blog görmemek pek ala da mazeret.
paranoya bu mu oluyor acaba?
ortada yumurta yokken vallahi ben hırsızlık yapmadım savunması.
aman her ne ise.
çalmadım diyorum gelmeyin üzerime.
sayıların cinsiyeti uzun süredir aklımda olan bir konu.
evet işim gücüm yok bunu düşünüyorum.
boş vakitlerimde kitap okur, tv izler, sayıların cinsiyetini düşünür ve geyik yaparım.
doğru.
şimdi uzun süredir beynimi kurcalayan bu çalışmamın sentez kısmını sizinle paylaşıyorum.
pek tabi ki şu kız bu erkek deyip geçmeyeceğim, derin kimlik analizi de sizi bekliyor.

1 (yazı ile bir): bir sayısı adından da anlaşılacağı üzere bir taneciktir, her eve lazımdır. hanım hanımcık, evden işe işten eve, akşamları çeyizi için tv üzeri danteli ören, kısmetinde ki kocayı bulunca evinin biricik hanımı, çocuklarının biricik anası olan cefakardır. zayıftır böyle. yer yer kilo almaz beni sinir eder.
ooo hemen itiraz yok. beğenmiyorsanız daha iyisini siz yazın. ama çaldı derim ona göre.

2(yazı ile iki): iki erkektir. bi karakteri de yoktur. ikili oynar, moral bozar. ama bunun yanında iyi yemek yapar. nuh ismi en sevdiği isimdir. altı ile bir araya gelmeyi tavşan oluşturmayı sever. öyle biridir işte.

3(yazı ile üçyüzotuzüç): seksi olmaya çalışan kenar mahalle gülü. zengin kocayı bulsa hemen üzerine atlar. ama özünde iyidir be fazla üzerine gitmeyin kızın.

4(dön de poponu ört): kadındır tabi ki. hem de tam kadın. güçlü, ne yaptığını bilen, ayakları üzerine basan, ekonomiksel olarak hür, vicdanı da hür kadındır.

5(yazı ile beş): erkek. kelli felli. hafif topluca, esnaf olabilitesi "bir" ile evlenebilitesi yüksek.

6(yazı ile şeş): ekonomiden iyi anlayan, futbolu dozunda seven, zengin, itibar sahibi tam üçün arayıp da bulamadığı bir erkek. dokuz ile sıkı fıkıdır.

7(yazı ile yedi): başta benim ve kzı popülasyonun %80'in (yaptığım araştırmaların sonucu) en sevdiği sayı olması nedeniyle yediye cinsiyetler üzeri bir seksualite layık görüyorum. o kalplerimizin birincisi. yani yedincisi.

8(yazı ile sekiz): sekiz deli dolu, biraz manyak, biraz seks düşkünü, bira içmekten göbek yapmış, muhtemelen yay burcu bir erkek. valla içimden bi ses böyle diyor, ben onun yalancısıyım.

9(dokkkuz): annem gibi. koşarak boynuna atlayasım, akaşama ne pişirdin diyesim var. öyle anaç öyle kart, öyle menapozlu... ancak altı ile samimi olanlarından kaçınınız, benden uyarması.

10(yazı ile para ile on): para babası mı desem, mafya anası mı? güç, kudret, vur, kır herşey onda. (laf oyunu da yaparım böyle işte) saygı duyuyor ellerinden öpüyorum...
öyle işte.
öperins.

16 Ocak 2009 Cuma

gyy versus gay

Türk halkının -ve nadide bir parçası olarak benim- insanların kişiliğini popolarının yerden uzaklığı ölçüsüyle değerlendirmesi ne acayip.
çoğu düşünceye göre (sosyolojik doktrinden bahsediyorum sanki) poponun yere yakınlığı kısa boyla özleştirilse de bu yanlıştır efenim.
poponun yere yakın oluşu normal boyda olan insanda bile görülebilen bir durumdur.
üst vücut, alt vücuda göre daha uzunsa al sana yere yakıngillerden bir numune.
görsel olarak veri bulamadım ama tuzlukta, poşette her zaman her yerde görebilirsiniz bu bahtsızları.
ama ne yalan söyleyeyim benim de kendilerinden ufak bir çekincem var.
kaderin hain bir oyunu mudur bilinmez şimdiye kadar tanıdığım tüm gyy'lardan ürktüm.
"karamanın koyunu sonra çıkar oyunu" vecizesini hayat tarzı olarak benimsemiş bu insanlar heeep sinsice hareket edip beni beklemediğim yerden vurdular.
şimdi bile yolda yürürken yanımdan bir gyy geçse hemen arkamı kontrol ederim bana bir zarar vermiş mi diye.
işte böyle de genellerim insanı.
eğer eskeza bu yazıyı okuyan bir gyy arkadaş varsa onu tenzih ediyorum.
hiç görmediklerimden de korkacak değilim, lütfen üzerine alınma canım.
istisnalar kaideyi bozmayacağından bu korkumu yenemiyorum ama sen de istisna olmanın zevkini sür.
bir de popodan bacaklılar var ancak toplumca tespit edilmiş ortak bir karakter özellikleri olmadığından onlara değinmeyeceğim.
yok hatta daha fazla toto muhabbeti yapmayacağım.
ama son olarak toto karaca'yı saygıyla anayım da tam olsun.

geldik bir blogun da sonuna. programımıza travis'in i kissed a girl'ü bir gayin söylemesinin düşünsel hoşluğuyla yorumlaması eşliğinde son veriyorum.
komplike cümlelerime bayılıyorum.
esen kalın.
tatlı rüyalar.
öperins!

15 Ocak 2009 Perşembe

yazamayana gripin yazana aferin!

blog yazarken en keyif aldığım şey, konu harcinde herşeyi -ki spesifik bir konu yoksa o da olmuyor- o an kafamdan parmaklarıma ne komut gelirse onu yazmak oluyor.
ne cümle kurdum yahu, zorlasam ben bile anlayamayacağım.
saçmalamanın da bir numaralı kuralı bu zaten, düşünüp taşınırsam kafamda herşey mantıklı bir hal alıyor ve tüm keyfim kaçıyor.
bugün nedense başlayıp başlayıp yarım bıraktım blogları.
nazar mı var üzerimde?
gideyim de bi kurşun döktüreyim bari.
yazamadım ama blog okudum 2-3 tane. keyiflendim biraz.
ama dürüstçe söylemek gerekirse bloggerlarda genel olarak varolan karamsarlık, depresiflik, dokunsan ağlayacağım modu hoşuma gitmiyor.
beni de karamsar yapıyorlar.
bu blogun sonu da sabahtan beri yarım bıraktığım 4 blog gibi olacak gibime geliyor ama ha gayret biraz daha zorlayayım.
karamsar da olmuyorum aslında, gıcık oluyorum.
neşeliyim ben arkadaşım, neden kaçırıyorsun keyfimi ayol!
efendime söyleyeyim sonra.
şey.
şey yaa.
hani var ya.
komut!
komuuuuut!
ühüüü yazamıyorum beeeen.
zorlayamayacağım. :(
taslaklardan da sıkıldım.
yayınladım gitti.
hadi bakalım.


öperins!

13 Ocak 2009 Salı

bu yazı rebecca hall'a adanmıştır!

evet itiraf ediyorum blog; seni kandırmaya çalıştım, ama yemedin. aferim! kendi kendimi kendimle izlemem yetmiyormuş gibi bir de yabancı bir kişi gibi izleyip objektif bakabilite yaratmak için izleye bastım ama yemedin. uyanıksın vesselam..
her ne ise konumuz bu değil sevgili blogmatelerim.
sonunda vicky, cristina ve barselonadan oluşan woody allen filmine teşrif ettim. değerlendirmelerimi pek tabi ki yapacağım.
ama önce filmden önce sinema salonundaki genel havadan bahsedeyim.
gençtürksel günü olmasının yanıda 17.30 matinesi olması nedeniyle ergenliğe yeni adım atmış ve atmış ama hala o yılların özlemini çeken "gençler"le bir aradaydık.
film başındaki reklamların çokluğuna sinirleneyim derken bu ergenlerin herşeye gülebilitesi olduğunu unutmuşum.
filmin başlaması ve ufak tefek cinsel çağrışımların başlamasıyla kıkırdamalar başladı.
içimden 100'e kadar saydım ve izlemeye başladım.
filme geçmeden önce aklıma takılan soruyu yönelteyim neden christina değil de cristina wodicim?
bize gizliden gizliye bişey mi ima etmeye çalıştın?
ben bunun sırrını çözerim ama du bakalım.
film için bir güzelleme demek doğru olacak sanıyorum.
vicky'e, cristina'ya ve tabii ki barcelona'ya(c ile)yapılmış bir güzelleme.
zaten filmde javier bardem ve vikinin kocası dışında herşey güzel.
tüm kadınlar güzel daha doğrusu.
ama vikiyi oyanayan rebecca hall'ın hakkının yendiği aşikar.
başrolde olması ve karakterinin filme adını vermesine rağmen;ne afişte ismi tepede ne de film yorumlarında adı geçiyor.
ben rebecca'nın hakkını yedirmem arkadaş. kız güzel (ben scarlett'den daha çok beğendim), oyunculuğu başarılı. peki neden ikinci planda?? filmin adı "maria elena cristina barcelona" olsaymış o zaman wodicim?!? hem kafiyesi de süper! gelemiyorum böyle haksızlıklara. mesleksel bir problem sanırım.
filmin adındaki ve afişindeki haksızlık dışında herşeyini pek beğendim. diyaloglar, görüntüler, woody allen tarzı ince espriler film hiç bitmese dedirtti bana.
kelimelerin kullanılışındaki ustalık mükemmmeldi.
filmde anlatıcının olması da hep hoşuma gitmiştir zaten.

armut piş ağzıma düş felsefesiyle hayatını idame ettiren türk gençliği, film esnasında yaptıkları yüksek ses yorumları ve gülüşmeleriyle filmi grup seksi anlatan saçma bir film olarak algıladılar farkettim.
üzüldüm.
önemsemedim.

şarkılara bayıldım. özellikle de Giulia y Los Tellarini'den barcelonaya..
tekerleme gibi.

bu arada javier bardem'den ve penolope'den de bahsetmeden geçmeyeyim. histerik maria elena ve ayarcı juan antonio rollerinde ikisi de çok başarılıydı. juan adının tesadüfen verildiğini düşünmüyorum tabi ki :))

ayyy ne çok yazmışım, sıkıldım.
öperins!

10 Ocak 2009 Cumartesi

vaka-i vakvakiye!

sabah kalktım, karında ağrıyla.
ketıla yeşil çay suyu(kendime), ocağa süt(beyime) koydum.
ben yeşil çay içmezsem güne başlayamıyorum vallahi..
yovita movita hak getire, en güzeli yeşil çay.
böyle içimi deriiin bir sıcaklık ve rahatlama sarıveriyor içince.
bergamot çayını ya da nasıl diyor siz "earl grey"i çok severim.
yıldızlı kahveciye gidince ben örl grey içerim.
en ucuz şey de örl grey olduğundan sanki ucuz diye içiyormuşum ezikliğine kapılırım.
n'alakaysa..
denizde kum bende para oysa.
çay severim ki ben.
kahve selülit yapar hem.
tevekkeli değil yeşil çayımı da bergamotlu aldım.
aferin bana.
her ne ise yarın misafirimiz geleceğinden, uykuuu biraz daha uykuuu dememek için temziliği bu sabahtan yapalım dedik.
cian süpürürken yerleri, ortalığı topladım.
burnuma gelen yanık kokusunu neden sonra farkettim.
(neden sonra kalıbını kullanmaya yer arıyordum, buraya cuk oturdu, çok sevinçliyim)
bir baktım ne göreyim?!?!
yetişin aa dostlar sigorta yanıyor!
feryadımı duyan sevgilim, koşarak geldi, sigortayı kapattı.
hayatımı kurtardı.
"kahramanım benim!!!"
elindeki süpürge ile daha çok mr. muscle tarzı bir kahraman oluyor ama kahraman kahramandır.
bunu bulamayan da var değil mi ayol!
işte böyle maceralı bir güne başladım.
neresi maceralı? ilginç bile değil!
bana ne senin özel hayatından, alla alla!!
değil değil mi?
farkındayım.
kendimi çok güzel eleştiririm.
olumlu eleştirilerim de oluyor kendime.
hele gerek burda gerekse başka mecralardaki bazı yazılarıma hayranım.
açıp açıp tekrar okuyorum.
bravo kıza diyorum; "çok başarılı"
ama allegra palmer denen rocker hatunun blogunda bile vericiydim.
burda yayıcıyım.
bundan sonra buradan yararlı bilgiler de vereceğim;
kurabiye tarifleri, mekan tanıtımları, gazete haberleri.
lüzumsuz bilgiler de olabilir mesela.
googledan aratırım.
google ukala ukala "bunu mu demek istediniz" der.
sinirlenirim.
yine de bulur, buraya eklerim.
kim bilecek ki allasen?!?
evet güzel fikir.
çat çat çat kel behzat!
zaart kabakaaat!
öperins cicim, kaçayım ben işten beklerler.

9 Ocak 2009 Cuma

eşki değil riks!

Şimdi yazacaklarım için darılmaca gücenmece yok!
ama yok yahu riKsli şeyler bunlar.
yazmayalım, kalp kırmayalım.
içimde kel behzat enerjisini hissettiğim an yazacağım bu konuyu.
şimdilik cici kızım.
"ayyy yaaaa ne güzel bloglar vaaaaar yaaa" diyorum, kaçıyorum..


kompozisyon dersinde hoca "önce yazın sonra başlık bulun" diyordu ya,
öyle yaptım, başlığımı buldum;
"eşki değil riks!"
öperins!

8 Ocak 2009 Perşembe

maskeli cüce varım diyor!!


iki gündür zihnimde oluşan yorgunluğu tarif etmemin imkanı yok.
hoş öyle bir amacım da yok zaten de..
laf olsun gelsin yamacıma otursun benimkisi..


doğuran arkadaşlarım var.
bakıyorum, korkuyorum..
babyfobia oluştu bünyemde.
kilofobia.
pilofobia.

zehir olayını hala çözemedim.
yardımcı olan da yok.
ama inat ettim, çöziciim.
yaşasın gri hücreler!

istanbullular adlı kitabı okumaya yeltenecek vatandaşlarım,
burdan size sesleniyorum;
dur yapma!!
"yapın yapın kosla sıvı çamaşır suyu içermez"
çamaşır suyu da içerir,
içeni de bayar.
sayfalarca aynı muhabbet,
450 sayfada 3 saat geçti.
dostoyevski okusaydım 450 sayfa
ufkum genişler, hümaNİzimam artardı!!

çat çat çat kel behzat!
dün ve bugün yaptığım gıcıklıkları/pislikleri sayıyorum da;
"yaşasın kötülük"

bi de leyla somer vardı bak şimdi hatırladım!
yılların eskitemeyeceği ve etkileyemeyeceği cins-i latiflerdenmişş.
cins-i latif!
sevdim!

işi bırakıp,
küçük saadet yuvamı world wide webe açıp,
tüm gün koltuğumda yuvarlanıp yazasım var.
world wide web!
wild wild west!
wet wet wet!
bye bye bye!

7 Ocak 2009 Çarşamba

zehir-zemberek

-dışarısı soğuk değil mi?
-evet, hem de çok.
-soğuk değil o, zehir!
-ne manada??
-zehir işte zehir!!

biliyorum, bir otobüs şoförü ile aramda geçmesi için fazla korkutucu bir diyalog..
ama geçti...
hem de rüzgar gibi..
amacı neydi, ruh hali nasıldı o anda bilemiyorum..
ama fazlasıyla ürktüm.
o günden beri de zehri düşünüyorum.
ne zehiri olabilir bu diye.
havadaki zehir olsa,
"ne manada" dediğimde "hava kirli" derdi.
hadi bana asılıyordu desem,
neden korkutucu şekilde "zehir işte zehir" desin.
soğuktan algıları donduğunu varsaysam,
otobüs sıcacıktı.
zehri bulamıyorum..
korkuyorum..

5 Ocak 2009 Pazartesi

fitbol üzerine. çeptır 1; "geçmiş zaman olur ki"

futbolu oldum olası sevdim.
sevdim çünkü ailece sevdik.
pazar gecesinin alternatifsiz kanal günlerinde spor stüdyosu izledik.
dayıdan çizimli anlatımlı ofsayt ne demek onu öğrendik.
"dayı sen hiç ofsayt oldun mu" dememize gerek bile kalmadı :)
babam keşke bir tane de oğlum olsaydı diye düşünmedi.
saçımıza mandal takıp gulit olurduk..
saçının önlerini kısa arkalarını uzun kestiren kız kardeşime baggio derlerdi lojmanda.
euro 96 da panini'nin çıkartma kartlarını toplayıp oyunlar oynadık.
beşiktaşta metin ali feyyazın sonuna yetiştim.
atom karınca rıza,
şifo mehmet,
takoz recep,
taççı mutlu (bu lakabı ben koydum)...
gordon milne bir tek türkçe kelime etmedikçe sinirlendik.
daum milliyetçi duygularımızı kabarttı korkma sönmeeez diyerek.
futbol magazindi bizim için ayrıca..
telefrikik çıktı ilk önce.
ve sonr televolenin televole olduğu zamanlar;
beşiktaşın şampiyonluğu televizyonda asenanın dansları eşliğinde kutlanır,
havuzda yüzen elpey cansele aşkını ima ederdi.
bütün futbolcuların karılarını tanırdık.
ben abdullahın karısına gıcık olurdum mesela.
bana ne ise?!
akın akın kompela, acun, petek dinçözün kocası, oğuz tongsir.
kimler geldi geçti..
güzeldi be!
hey gidi gidi, gözlerim doldu bak.
fitbol sen çok yaşa e mi?

2 Ocak 2009 Cuma

sitem!

Birlik mahallesi.
9 senemi geçirdiğim.
dutluk olduğu zamanları bildiğim.
yollarının asfalt değil toprak olduğu günleri hatırladığım.
yollarından sürüler geçen.
arsa sahiplerini barındırmayıp kaçıran.
her sokağına 4-5 kuaför açılan.
başındaki çukurca kelimesini beğenmeyip atan.
lüksün en lüks, yoksulun en yoksul olduğu.
soğukta kardan mahsur kalınan.
cumhurbaşkanına komşu.
televizyonda görür görmez tanıdığım.
yamacında yeşiller, köyler, yollar, zirveler, kentler, vadiler..
7 gence mezar olan mahallem;
beni üzdün.
bizi üzdün.
çok ayıp ettin çok..