28 Şubat 2009 Cumartesi

nada stay ım!

çiçekleri vazoya,
kepimi masaya,
çekimi kasaya,
keçimi kasaba,
seçimi bahara,
saçımı rüzgara,
kendimi nadasa,
BIRAKTIM!

özleyiniz beni efenim.
öperins!

26 Şubat 2009 Perşembe

ÖMÜRümü yediniz, afiyet olsun!

"JOLIE RAHAT, ANISTON İSE EZİKTİ

Brad Pitt'i Angelina Jolie'ye kaptıran Jennifer Aniston'ın kariyer açısından da düşüşte olmasının verdiği acıyı, En ıyi Animasyon ödülünü açıklamak üzere sahneye geldiğinde resmen yüzünden okudum..Brad Pitt ve Angelina Jolie En ıyi Oyuncu Oscar'ı için aday olurken, Jennifer Aniston zarf açmakla yetiniyordu.Karşılaşma anında Jolie kendinden ne kadar emin ve rahatsa, Aniston da o kadar tedirgin ve ezik göründü bana.Brad Pitt ise doğru tercihi yapmış olmanın keyfini çıkarır gibiydi."

Şimdi doğru oturup eğri konuşalım yukarıdaki ben yazıyı yazmış olsa idim bayılırdınız.şimdi ise eğri oturup doğru konuşalım ben bile yazsam bu yazının kurtarır tarafı yok.öncelikle bunu yazanın bir sinema eleştirmeni olduğunu düşünmek istemiyorum.nasıl bir kokoş ve boş kız ağzı, nasıl bir cumbadan sarkan balkon popolu teyze edasıdır bu. "ayyy cenifırı gördün müüğ? nasıl da kıskanmış yhaa. yüzünden okunuyordu yeminlen. ezihk!"

canım madem böyle sığ düşüncelerin var; arkadaş ortamında konuş ama türkiye'nin en büyük gazetesine yazma rica edeceğim. okuyorum sinirleniyorum. okumayayım diyorum ama artık okudukça egomun beslenmesinden midir nedir, okumadan da duramıyorum.

daha iyisini sen yaz da görelim derseniz, deneyeyim. buyrun;

"Brad Pitt'i Angelina Jolie'ye kaptıran Jennifer Aniston şu sıralar pek ortalıkta görünmese de En ıyi Animasyon ödülünü açıklamak üzere sahnedeydi oscar ödül töreninde.. eski kocasının yeni karısıyla karşısında oturmasından mıydı yoksa Brad Pitt ve Angelina Jolie En ıyi Oyuncu Oscar'ı için aday olurken, kendisinin zarf açmakla yetinmesinden mi bilinmez; tedirgin olduğu her halinden belliydi. ödül törenine arka kapıdan girmesi de muhtemel karşılaşmadan doğacak rahatsızlığının belirtisiyken sahnenin en önünde brad&angelina çiftinin oturması ne büyük talihsizlik! ister ünü olsun ister normal vatandaş kimse eski eşini yeni eşiyle görmek istemez. bir de ödül sunmanın heyecanı eklenince ayakakbısı sıkıyor tavrını anlayışla karşılamak lazım jennifer'ın. kırmızı halıda evden çıkmadan önce kavga etmiş izlenimi veren pitt-jolie çifti ise, aniston sunum yaparken ödülü kaybedince takınmaları gereken yalan gülümsemenin provasını yapar gibiydi."

Jennifer Aniston'ın oyunculuğunu beğenmiyorum, hoş oyunculuğunu göstercek adamakıllı bir filmde de oynamadı sanırım. Angelina'yı da kadın olarak beğenmiyorum, cennetten çalınmış bir güzelliği yok doğrusu. Brad Pitt ise son zamanlarda çektiği filmlerle yakışıklılığının çok çok ötesine geçmiş bir oyuncu. Nihayetinde hepsi işini yapıyor, ömür varol sesi eşliğinde durumu basitleştirmenin bir manası yok kanımca. di mi? di mi? di mi? (di demeyin zira çok bozulurum)

Öperins!

foto

25 Şubat 2009 Çarşamba

tarık dağı eteğindeee..

malazlar kibritlerinin o mavi kutusunda vücut bulan vasati 40 çöp ibaresindeki "vasati"nin ortalama anlamına geldiğini anladığımda hatrı sayılır bir yaşta idim.
gibraltar adlı bir ülkenin varlığını öğrendiğimde ise vasati 26.5 yaşımdayım.
aslında bundan dolayı utanç duydum,
oyun subjesi olarak atlasları kullanan biri olarak burnumun dibindeki bir ülkeden haberdar olmamam kimin ayıbıydı acaba?
her ne ise bu utançla yaşamktansa basiretli bir bilim kadını gibi öğrenmeye aç bünyelere biraz bu ülkeden bahsedeyim dedim.
iyi de ettim bence.
cebelitarık boğazının afrikayla avrupa'yı birbirine bağlayan veya ayıran (bakış açısına göre değişir) bir boğaz olduğunu hepimiz bilirdik ama orda bir devlet olduğu kimin aklına gelirdi değil mi?
aklına gelip de ansiklopediye bakmış olanlar burada yazımızdan ayrılabilirler.
cebelitarık- beynelmilel ismiyle gibraltar- ispanya'nın güneyinde yer alan ufak bir devlettir.
cebel arapçada dağ anlamına gelir.
cebelleşmedeki cebel ise tarışma münakaşa anlamındaki cedel kelimesinin yanlış kullanımından kaynaklanıyormuş.
konumuzla alakası yok yani.
ülkenin batılı adındaki tar'ın uzatılmış hali tarık, arap komutan tarık bin ziyad'dur.
tarık bin ziyad ünlü emevi komutanıdır.
endülüs'ü fethinde gemilerle ispanya'ya ulaşınca askerlere kendi gemilerini yaktırmış ve :""ey mücahidler! arkanızda düşman gibi bir deniz , önünüzde deniz gibi bir düşman var , nereye kaçacaksınız?" diyerek tarihte görülmemiş gariplikte bir strateji yaratmıştır.
rivayete göre; gemileri yakmak atasözündeki "ata" tarık abimizdir.
böyle büyük bir insan olan tarık bin ziyad'ın isminin bir boğaza dahası bir ülkeye verilmesini çok görmemek gerek.
cebelitarık ispanya'ya bağlı iken 1705'de ingiliz himayesine geçmiş birleşik krallığının güneşinin hiç batmamasında rol oynamıştır.
daha sonraları yapılan referandumda 35000 kişilik nüfustan sadece 44 kişi ispanya'ya bağlanmak istediğinden ingiliz parçacığı olmaya devam etmektedir.
ama tarihte elden giden toprak parçası iki devlet arasında bitmek bilmeyen bir sorun oluşturduğundan; stratejik öneme haiz bu minik ülke, ispanya ve ingiltere arasında halen gerginliğe sebep olmaya devam etmektedir.
işte böyle sevgili okuyucular..
görüyorsunuz haberimiz olmadan dünyada neler oluyor neler..
35.000 kişi burnunun dibindeki ülkeye bağlı olmaktan imtina ederek ingiliz sömürgesi kalmak için oy veriyor..
hoş sömürge olduktan sonra büyük başın sömürgesi olmak herhalde daha güzeldir.
bilemiyorum, tasavvur da edemiyorum zira bağımsızlık benim karakterimdir...
sözlerime son verirken burdan tüm cebelitarıklı arkadaşlara selam ederim.
sizi de öperim pek tabi..
hoş kalınız..
kaynak; benim tatlı sözlüğüm, google'a cebelitarık yazınca çıkan siteler

24 Şubat 2009 Salı

my city screams!

sürekli sanat filmi izleyenlerin arada sırada gizli saklı ama mutlaka sanatsal olmayan film izledikleri kanaatine kesin olarak varmış bulunuyorum.
son zamanlarda epeyce sanatsal film izlemiş biri olarak söylüyorum bunu.
en son dvdde izlediğimiz filmin 10. dakikasında birbirimize sıkıldığımızı itiraf edip hadi loren'i izleyelim dediğimiz zaman tam idrak edemesem de sinemaya gittiğimizde pandora'nın kutusu yerine the spirit'i tercih etmemizle ruhumun bunalmış olduğunu anladım..
çizgi roman kültürüm anneminkinden daha az.
"zamanında televizyon mu vardı, yapraklar mı dökülüyordu" diye başlayan cümlelerin devamında gelen tommiks teksas muhabbettine genelde seyirci kalıyorum.
hayatım boyunca çizgi roman okuduğumu hatırlamıyorum zaten.
ilk kahraman filmi izleyişim de dark knight ile bu sene oldu atmıyorsam.
bu tarza karşı bu denli bir sığlıkta iken neden the spirit'e gitmek istediğimi sanatsal filmlerin bünyemde yarattığı ruhsal ağırlık ile açıklayarak ilk cümledeki tezi yarattım.
bu sebepledir ki benden filmle ilgili fazla görüş beklemeyin canlarım.
aaaa alle senin görüşünü almadan film izleyemiyoruz biz amaağ diye dudak bükmediğinizi tahmin ettiğimden, sorun da yok sanırım :)
yine de bir kaç kelam edeyim ki ayıp olmasın.
sinema salonunda 15 kişi, 3'ü dişi..
fida film arası, kayıplar var bakiye 13 kişi.
itiraf ediyorum ilk yarının sonuna doğru ben de uyuyacaktım..
görüntüler güzel, çizgi roman kareleri giriyor araya çoğu zaman.
film iyi mi kötü mü bilmiyorum.
daha önce eşdeğerini izlemedim zira.
sin city'e göre çok kötüymüş, öyle dediler..
ama eva mendes var scarlett var paz vega var ki bu erkek populasyonunu açıklıyor..
oyunculuk derseniz samuel l. jackson var..
bir de maskeli süper kahraman var;
çapkın bir süper kahraman, kadınları ve fakat ruhunun ait olduğu tek kadın; şehri..
sonuçta değişik bir tarz izlemek güzel oldu.
ama daha da gelmem, ısrar etmeyin..
öperins!

çok önemli not: kaydı daha sonra düzenlemek üzere kaydedecekken yayınladım. geri almadım bi süre ama utandım. kaldırdım. düzelteyim yayınlayayım dedim. haa şimdi bi şeye benzedi mi derseniz, yoo yine aynı.

23 Şubat 2009 Pazartesi

bir kız geliyor mimle döne döne!

söylemesayip çok temiz kalpliyimdir.
lebi düşünsem önüme leblebi gelir.
konuyu da başka yerden alıp tam buraya getirecektim ki sevgili beenmaya beni mimlemiş.
konuya direk dalabilme imkanı tanımış bana, teşekkür ederim öncelikle.
konumuz sevilen blog özellikleri..
genel olarak bloglarda nelerin sevildiğini biliyorum,çoğu benim blogumda yok, farkındayım.
iki acıtasyon atsam, bir kaç edepsiz sözle bezesem..
ayy çamur atmadan da duramıyorum, ne hasetim.
mim'imizi dağıtmadan yada birileri bizi dağıtmadan başlayalım;

*-* ilk evvela bloglarda en sevdiğim özellik samimiyet; herkes yazıyor diye değil, ben de bu konudan bahsetmeliyim diye değil içinden geldiği gibi kendi cümleleriyle yazanlara bayılıyorum.. rober hatemo'dan senden çok var şarkısını armağan ettirmek zorunda bırakmaylara özellikle..

*-*laf aralarına sıkıştırılmış ufak kelime oyunları gülümsetiyor beni.

*-*bloğun aydınlık, ferah aynı zamanda temizini severim ben.. okuması kolay olsun..

*-*akdeniz esintisi taşıyan şarkılar gibi onun bunun esintisini taşımasın benim sevdiğim blog.

*-*karşımdakinin -fazla değil- normal insan zekasına sahip olmasından memnun olurum.

*-*sonracıııığma, ukala olsun sorun değil ama küstah olmasın. yazdığım yoruma bi zahmet teşekkür etsin! asabiyet yaratmasın bünyemde.

*-*son olarak da bana bir şey katsın. neşe katsın, bilgime bilgi katsın, ufkumu açsın..

öyle işte canlarım. daha da yazarım da yerim dar.
hava topuyla aldığım mimi göğsümde yumuşatarak chu chu sensei, hadsizin başkanı, tatlı su kırosu ve delirapunzel'e paslıyorum, hadi bakalım..

hamişcik: en son mimimde bana geri dönen 2 kişi oldu, kalan 6 kişiye teşekkür eder ellerinden öperim.
hamiş: soru: küba n'alakaa? cevap: kübayı da severim.
HAMİŞ:dayfa düzeninin bana oynadığı bu kaçıncı oyun bilemiyorum, gözü yorulanlardan özür dilerim efenim.

and the oscar comes to me!

yıllarca o gün akşam 9'da yatıp gece 3'te kalkarak ödül törenini izlediğim,
ertesi gün sarhoş gibi okulda/işte dolandığım,
ödüller verilmeden bir hafta önce tüm aday filmleri bir şekilde izlediğim,
eleştirileri okuyup oscar tahminlerimi yaptığım,
ve..
bu sene aday filmlerden sadece birini izlediğim,
mışıl mışıl uyuduğumdan, uykuma kıyıp kalkmadığım,
ödül alacaklar kabak çiçeği gibi aşikar olduğundan yorum bile yapmadığım içiin;
yılların alışkanlığını hiçe sayarak bu senenin sürpriz çıkışını yapan bana gelsin oscar bu sefer.
o kadar emeğim geçti ayol,
bir aptal adamı mı esirgiyorsunuz benden?!?
öncelikle anne ve babamı, bu ödülün her aşamasında yanımda olan jian, ayrıca jim, joan, elizabeth, sisley ve adını hatırlayamadığım hepinizi öperins!
beni sizler yarattınız!

21 Şubat 2009 Cumartesi

abaKÜS!

kendimi,
tek sıra olup sol baştan,
uyuyamazken kuzularla,
kutu açarken 10'dan geriye,
çoğu zaman yerimde,
para gibi dikkatlice,
fasulye gibi nimetten,
SAYARIM!

bilgisayarım,
fazılsayarım,
varsayarım,
yoksayarım
sen de say beni, sayayım seni.
ama bunu saymam,
yine gel!
öperins!

20 Şubat 2009 Cuma

futbol üzerine çeptır 2!

aslında bugün yazmaya niyetim yoktu.
çünkü çok işim var,
çünkü yazmanın ruhumu ele geçirmesine izin vermek istemiyorum.
ama nedense içimde futbol üzerine bir kaç kelam etme isteği oluştu.
yazmadan da rahatlayamayacağım, e buyurayım o zaman..

doğrusunu söylemek gerekirse kızların/kadınların futboldan anladıklarını belli etme çabaları bana her zaman yavan gelmiştir.
kimi erkeklere böyle kızlar en güzel kızdan bile daha işlevsel geldiğinden, bu çabaya da hak vermiyor değilim doğrusu.
ofsaytın ne demek olduğunu bilen bir kız anında adriana lima'laşıyor..
ofsaytı bilen bir kızın futboldan anlayacağını karine olarak görmek nedir ayrıca?!
ofsayt gibi gayet basit, önem verip dikkatlice dinlendiğinde hemen anlanabilecek bir futbol kuralını bilmeniz erkeklerin gözünde ne kadar da çok takdir topluyor.
acaba bilinçaltlarındaki "kadınlar aptaldır" düşüncesinin bir tezahürü müdür bu, bilemiyorum.
-peki canım santrafor? libero? 3-5-2 olmadı 4-4-2?
-hmm, ofsaytı biliyorum amaaaağ..
-hah tamam o zaman sen bu işi aşmışsın.
böyle bir al gülüm ver yavrum durumunda gerçekten futbolla ilgilenen dişiler arada kalıyor farkındayım.
bir yandan futbol üzerine konuşma isteği, bir yandan az evvel bahsettiğim tarzda kızlar gibi görünmeme arzusu..
ben futboldan anlamıyorum itiraf edeyim.
futboldan bahsetmem ise tamamen içgüdüsel.
gel gelelim konumuza; bugün gaziantep- beşiktaş maçı var malumunuz.
pazar günü beşiktaş trabzon maçını izledikten sonra bir daha beşiktaşın maçını izlememe kararı almıştım.
durduk yere kim kendini kanser etmek ister ki?
ama kimseyi suçlamıyorum ben.
ne hocayı ne bobo'yu ne tello'yu..
beşiktaşı seviyorsan, gönül verdiysen acıya da alışacaksın..
a gider b gelir, sen yine üzülürsün..
sisteme uymazsan; dünyaya karşı, olanlara karşı ağzını kapamazsan üzülürsün..
sattığın sadece gençliğinse üzülürsün..
en çok kimin taraftarı anketinde, birilerini zengin etmemek için oy atmayıp g. antep'in ardında kalırsan üzülürsün..
takımının her çıkan ürününü para babası olmadığın için alamazsan üzülürsün..
büyüklerine yalakalık yapacağına, nükleer santrallere karşı olursan üzülürsün..
ama bunları yapmadığın için, beşiktaşlı olduğun için öyle bir onur duyarsın ki,
her açılan pankartta takımınla, seyircinle öyle bir gururlanırsın ki üzülürsen de üzül be!

19 Şubat 2009 Perşembe

SORU:
aşk,
sevdiğini mutlu etmek için çabalamak,
heyecanı kaybetmemek için uğraşmak,
mutsuzluğu paylaşmak,
değer vermek,
onu özel hissettirmek,
derdini dinlemek,
yanında huzur bulmak,
hayallerinin birinde bile onu eksik tutmamak,
fedakarlık yapmak,
değil miydi?
ya da öyleydi de,
aşk mı yoktu?

CEVAP:
aşk;
sevdiğini mutlu etmek için çabalamaktı elbette,
bir saniye bile mutsuz olmasın diye dua etmekti her gece,
hiç derdimiz olmasın diye uykularını kaçırmaktı biraz da.
heycanını kaybetmemek için uğraşmaktı pek tabi, kaybolmamış saklanmış heycanını,
her gece yüzünü kedinin yavrusunu yaladığı gibi yalarken sobelemekti biraz da.
mutsuzluğu paylaşmaktı evet,sevgilin mutsuz olmasın diye içine atmaktı belki de.
değer vermek özel hissetirmekti normal olarak,
paha biçememekti,bunu hissetiremediği için kahrolmaktı.
derdini dinlemek,yanında huzur bulmaktı.
sadece dinlemek değil her dert karşısında yanlız olmadığını bilmesiydi,
sakin liman olduğu için değil fırtınalı bir deniz olduğu için beraber yürümekti biraz da.
hayallerinden eksik tutmamaktı,
sadece hayallerinden değil hayatın her anın da yanyana olmak olmadığında eksik kalmaktı,
eve hep mutlu dönmekti tilki olmadığından kürkçü dükkanına gitmediğinden.
aşk ,aşık olmaktı herşey dahildi ona.
aşk hep vardı hep de olacak biz olmasak da hayatta bizi hatırlayanlar olduğu sürece.
ben senden başkasına sana aşığım demedim.

*yukarıda yazılanlar bir kurgu olmayıp tamamen gerçek hayattan alınmıştır.

hediye?!

şarkıyı bir yerden biliyorum..
duyduğum her şarkıyı anında ezberleme özelliğine sahip olduğumdan bunu bulmam zor olacak..
klibi de çıkmış, izliyoruz..
çocuk; doğuş kılıklı ama yakışıklısı..
klip cihanın sevdiği tarzda; şarkıcının harici oyuncular oynuyor..
benim gözüm alt yazılara kayıyor..
o sırada döne tüm sevdiklerine sevgilerini yollamakta..
"madem ismin döne ne diye mesaj yolluyorsun" gibi abuk bir cümle kuruyorum..
cihan; "sanki senin adın pek matah" diyor..
ve kendime geliyorumm..

herhalde insanın kendi seçmediği ve başına iş açan en önemli şey ismi.
yıllarca soyadımdan dolayı zorluklar yaşadım, kah bıyık altı kah direk kahkalara maruz kaldım..
en kötüsü de yeni bir sınıfa başladığımda sınıf arkadaşlarımın hep birlikte gülmeleriydi..
alıştım, tabi..
nesine alışılacak..
ne anlama geliyor diyenleri geçiştirdim..
babamın bulduğu "herşeyin en'i anlamına geliyor" cevabını verdim bir süre..
sonra gerçekle yüzleştim ve bizim orda ...'lara b denir dedim ağzımda geveleyerek..
isme gelince birisi babaannemden miras olmak üzere 2 tane var.
fifi ismimi kullanmak yerine bana babaannemin ismiyle hitap eden ailemden dolayı kendimi bildim bileli h'yim.
üniversiteye kadar- belki de soyadıma verilen tepkilerin fazlallığından- ismimin matah bir şey olamadığını idrak edememiştim..
nihayetinde herkesin günlük dilde kullandığı bir kelimeydi,
o zamanlar dizilerdeki apartman görevlilerine de verilmiyordu bu isim..
gerçeklerle yüzleştirmek görevi insanın sevdiklerinde olsa gerek sevgili sevgilim dürtmesi sonucu ismimizin de sosyetik olmadığını anladık..
ben ve kabul elemanlarım..
ama ismim baştan sona okununca güzeldi..
farklıydı bi kere..
gugılda arayınca karşına direk ben çıkıyordum..
tektim..
kodlayarak soyadı söylemek alışkanlık olmuştu..
kurtulmak için değil ispanyol adına sahip olmamak adına vazgeçtim..
soyadım gitti ama adım hala duruyor..
ve ben fifi adımı kullanmak yerine "g." olarak tabir etmekten öteye gitmeyeceğim..
hediye'yim ben dünyaya hediye!
döne'den özür dilerim..
öperim!

18 Şubat 2009 Çarşamba

nedi yorum?

birkaç gündür otobüste, dolmuşta, ankarayda ne kitap okuyorum ne de müzik dinliyorum..
mütamadiyen düşünmekteyim..
bugün insanlık yararına ne yaptın ey ölümlü! diye düşünecek kadar bilge olmadığımdan gün içindeki faaliyetlerimi düşünüyorum..
ne yazmışım? ne konuşmuşum? geo challengeda yine rekorlar mı kırmışım?
laf arasında da övünmeye bayılıyorum; çaba sarfetmeden, kendi kendine.
muhasebesini yapıyorum günümün.
dünkü muhasebatımda yazılarım sıradanlaşıyor mu hep aynı şeyleri mi yazıorum diye düşündüm durdum.
insanın kendisi böyle bir eleştiri yapıyorsa şahsına ilişkin; ya ciddi bir sorun vardır ya da kıçından eleştiri üretiyordur.
biraz terbiyemi bozdum ama denizcilikteki manasıyla kullandım ben onu,
yine de af dilerim tüm büyüklerimden.
derin analizlerime devam ederken kendi kendimin yaşam kuzusu olarak çözümü buldum!
allahım kendine yetmek ne kadar da güzel bir duygu!
aslında yazılarım aynı değil, sıkıcı da değil..
zira bahsettiğim konular farklı..
tarzım bu sadece.. (yaşam kuzusu yol gösterme evresi)
uslubum oturmuş, tam bir yazar olmuşum. (yaşam kuzusu gaza getirme evresi)
ondan bu benzerlik sanrısalı.
sonra iyileştim kendime geldim..
ne iyi insanlarmış bu yaşam kuzuları dedim..
keşke herkesin bir tane olsa!
yaşam kuzusu alle ile irtibat için hgbucuk@gmail.com
sonra oturmuş uslubumla yazabileceklerimi düşündüm;
the killers-human-brandon flowers gibi,
venedik karnavalı ve 2006/şubat anılarım gibi..
national geographic'de saatlerce yayınlanan aslanların elinden kurtulan bizonun 5 saniyelik görüntüsü gibi..
sonra hepsini sildim..
düşündüğümü yazayım dedim..
ne yazdığımı ben bile anlamadım.
hoş kalınız...
öperins!

17 Şubat 2009 Salı

yaşam kuzusu!

bu yaşam koçluğu ne menem birşey anlamış değilim.
dert dinliyorsa annem var,
yol gösteriyorsa aklım var,
gaza getiriyorsa düşmanlarım var,
hiç olmadı psikologlar var..
benim pek ihtiyacım yok gördüğünüz üzre.
ama madem moda ben de bir ucundan tutayım, başkalarına yardımım dokunsun bari.
nasılsa şimdi de bilgimi satarak para kazanıyorum benim için zor olmasa gerek.
yalnız koçluk çok maskülen olduğundan kuzuluğu uygun gördüm kendime...
yaşam kuzusu!
"guru" ile de serbest çağrışım yapıyor ne güzel.
kartvizitimin arka tarafına hiç olmayacak yabancı müşterilerim için ingilizce "attorney at law" yazacağıma türkçe yaşam kuzusu yazarım daha da güzel olur.
kıyafet konusunda da sıkıntım yok, kemik çerçeve gözlük bile kullanıyorum.
dert dinleme zaten işim; derdi olmayan dava mı açar?
yol gösterme; hukukisini bile yapıyorum düzünü mü yapamayacağım?!
gaza getirme; ha haaayt!
bak ya ben bunu neden daha önce düşünemedim??
ben zaten yaşam kuzusuymuşum.
ama tek bir eksiğim var;
ferrarimi satmam lazım!!
öperins!

wonder(ful) boys!

ucuz etin yahnisinin pek olduğunu kim söylemişse halt etmiş.
gerçi yaptığım araştırmalar sonucu ucuz etin yahnisi hakkında genelde "yavan" sıfatı kullanılıyor ama pek pek güzel bence.
zaten muhtemelen aynı malı daha pahalıya alan bir "ata" tarafından tüm hasetik duygularla söylenmiş..
bu sene sevgililer gününü kutlamak ve/veya ondan bahsetmek demode olduğundan ben de modaya uyarak tüm adam sendeciliğimle- biraz da kıskanırsanız diye açıkçası- sevgililer günü yemeğimden bahsetmedim.
ama madem konu ucuzlardan açıldı söyleyeyim bari..
yemek süperdi.
çeşit çoktu, içki sınırsızdı..
ucuz bile değildi, bedavaydı hatta! ahahahahah!
burada aklınıza yine bir atasözü geldi değil mi?
yok ama şekerim sirkeyi sevmem ben..
her ne ise konuyu dağıtmadan hemen toplayalım;
d& r 'da 19.99TL'lik filmler duruken gidip 4.99TL'lik filmi almamız oyuncu kadrosuyla alakalıydı yanlış anlaşılmasın.
michael douglas, robert downey jr, toby maguire, francis mc dormand dururken gidip "aşk gurusu"nu alacak halim de yoktu.
filmin adı wonder boys!
bu filmi nasıl atladığımı, nasıl olup da izlemediğimi bilemiyorum.
belki gösterilmedi bile..
açıkçası kadrosuna rağmen bir filmi bilmiyorsanız öncelikle aklınıza filmin çok kötü olduğu gelir.
hele ki filmin tarihi 2000 ise!
ama robert downey jr. için bile izlerim ben bu filmi!
evet aklımda aynen bu cümleyle koydum dvdyi yuvasına..
ilk kitabı patlamış ama aradan geçen yıllara rağmen beklenen kitabı yazamayan, karısı tarafından terkedilmiş üniversite hocası michael douglas,
işinden kovulmanın eşiğinde, travesti sevgili sahibi gay editör robert downey jr,
ilk sahnelerinde beyaz'ın psikopat karakteri gibi sesler çıkaracağını sandığım(tabi olmadı böyle birşey) hayal gücü azıcık! gelişkin öğrenci toby maguire,
hamile olmasına kocası daha çok şaşıracak derecede süper bir evliliğin sonucu olarak michael douglas'la evlilik dışı ilişki yaşayan rektör francis mcdormand,
yaşlı ve karizmatik hocasına hayran katie holmes,
çalıntı bir ceket, çalıntı bir araç, ölü bir köpek, james brown saçlı vernon, oscar almış müzikler, ince espriler ve daha neler neler..
cihan'ın da dediği gibi "işte böyle senaryolar istiyoruz biz"!
ayrıca michael douglas olsam da aynı repliği kullanırdım.
süper iş çıkarmış!
ne o öyle sürekli takım elbiseli, ruh hastası ciddi adam duruşları..
öyle benimsemişim ki bu karakterini bir keresinde rüyamda michale douglas'ın oynadığı bir gerilim filmi çekmiştim.
ama onu sonra anlatırım.
konumuz şimdi wonder boys.
kefilim; gidin, alın, izleyin;
d&r'da var, hem de çook ucuza,
beğenmezseniz gelin bana sövün, kabulüm :)
demek ki neymiş; ucuz etler neler doğuruyormuş be!
öperins!

16 Şubat 2009 Pazartesi

bir daha söyle; SEVİYORUM!

seni seviyorum deme konusunda her zaman cesur ve cömert oldum..
aşksal, duygusal, arkadaşsal, maddesel farketmez, birini/bir şeyi seversem hemen söylerim!
belki sevilme kaygımda bu yüzdendir, kim bilir?
bunu kurcalayıp çocukluğuma falan inemeyeceğim, hiiiç uğraşamam şimdi.
sevgili chu-chu sensei pek meşhur blog ödülleri miminde beni şanslı 7 arasına almış..
ne olduğunu zaten hepiniz biliyorsunuz izah etmeyeceğim.
7 kişiyi neden seçtiğimi söyleyeyim sadece ..
takip listemdeki herkesi seviyorum bi kere baştan söyleyeyim,
ama oyunbozancılık/baştan savmacılık yapmamak için seçtim 7'sini..
kimini çocuksu iyiniyetinden, kimini engin bilgeliğinden, kimini derin kültüründen dolayı ama hepsini bana birşey kattıkları için seviyorum..
beni sevenleri daha çok seviyorum tabi, yalan yok!
ahahahha neyse cıvımadan/cıvım adam/ cıvı madam..
tamam tamam!

işte Alle 1. geleneksel "i love your blog" ödülleri sahipleri;
yansıma ve yanılsama bloguyla brajeshwari,
emrah's popdate bloguyla emrah,
Bahar Kim? bloguyla bahar,
ben kimim bloguyla melisa,
mervejustagirl bloguyla merve,
ve masada boş bardaklar bloguyla azuth...

listede adı olmayan okuyanlarım için bir akrostiş ile satırlarıma son veriyorum.
öperins!

seviyorum ama kimi
en tatlı birisini
nası anlatsam sana
ilk harflerine baksana..
NİHAHAHHAHAHAY!


14 Şubat 2009 Cumartesi

güzin abla bizi diskoya götür!

hırslarımın kurbanı olan ben, dün geo challenge oynayacağım diye yazı yazamadım.
yoksa yazacak çok şeyim var, yanlış anlaşılmasın..
küçükken köşe yazarlarına şaşırırdım;
her gün nası yazacak birşeyler buluyorlar, yazıııık diye.
ben zaten triatlonculara, maratonerlere falan da üzülürüm, sanki zorla yaptırıyorlarmış gibi..
her ne ise insan bir kez yazmaya başladı mı hele ki hıncal uluç ve türk yazarlık camiasına kazandırdığı yazar pıtırcığı ayşe özyılmazel gibi yazarsa, yazmak günlük bir faaliyet halini alıyor.
küçükken hıncal uluç okuyup özlü sözleri ve fıkraları kesip saklayan bir eblek olarak nankörlük yapıyor olabilirim belki..
ama durum bu.
hürriyet gazetesinin kelebenk yazarlarına hayranım mesela ben..
hele lost'un 3. sezon finalini utanmadan ve bir yanar dönerli "spoiler" işareti koymadan yazan onur baştürk ve nasıl sinema eleştirmeni olduğunu anlayamadığım, her yazı aralığında cem yılmaz'ın kankası olduğunu vurgulayan ömür gedik'e özel ilgim var..
yeni yazar habitus melike ise ortalama bir blog yazarından farksız yazıyor,
çıkar onu koy yerine beni bak neler döktürüyorum..
ama bir yazar var ki hakkını yemeyeyim; güzin abla'nın kızı!
"sevgili güzin abla yazılarını yıllardır takip ediyorum ama birgün sana yazacağım hiç aklıma gelmezdi" söz öbeğini günde kaç kere okuyor zavallıcık kim bilir..
güzin abla ölmüşken mektuba hala öyle başlamak da ne komik.
belki onlar feyzacım falan yazıyordur da yazı da değişiyordur, bilemem.
bu arada o yazıların mail yoluyla geldiğini kabullenmek de istemiyorum..
hala yalanmış pulla gönderilen mektuplar şeklinde tezahür ediyor beynimde.
içten, çaresiz, gerçekçi, saftrikçe, bayık, saçma salak!
en azından haydar dümen'in boya takık pen-friendlerinden daha gerçekçi..
güzin abla'nın kızı da çok hanım kadın allah için (tam da anane lafı),
bazen sinirleniyor, anlıyorum..
ama bir gün kabalaştığını da görmedim yazanlara,
hoş allah vurmuş bir de ben vurmayayım diye pis pis gülüyor olabilir ama o da onun ayıbı..
aman düşününce de kadın da kafayı yiyordur ayol!
güzin abla memem küçük, güzin abla kocam sekreteriyle fingirdiyor, güzin abla çorabım kaçtı, güzin abla evde kahve bitmiş, güzin abla hede hödö...

"Güzin Abla... Ben bir akşam kafede otururken, bir ses bana “baba” diye bağırdı. Oğlumdu... Hemen yanına gittim ve kendisine sarılıp öptüm. Çünkü ayrı yaşadığım eşim, yani annesi anlayışsızlık yaparak bana 15 gündür çocuğumu göstermiyordu.Annesi de yakınlardaymış ve beni görünce şaşırdı. Sonra arkadaşım olacak zavallıya takıldı gözüm. “Zavallı” diyorum, çünkü o arkadaşının eşini ayartacak kadar alçak biri!Onu görünce üzerine yürüdüm. Maksadım onu dövmekti, ama olmadı, ortam kalabalıktı. Nasıl kurtulacağım bu zavallı insanlardan? Namusumun beş paralık olmasıyla mı kalacağım? Bir kez daha anladım ki, babana bile güvenmeyeceksin bu dünyada. Yoksa benim gibi arkadaşınız gelir ve eşinizi ayartır! Kimseye anlatamam bunları, bu nedenle size yazıyorum. Ne yapabilirim?"

su iç, soğuk olsun!
öperins!

13 Şubat 2009 Cuma

out of order!



yazarımız geo challenge ile kafayı bozduğu için bugünkü yazısı elimize ulaşmamıştır.

12 Şubat 2009 Perşembe

bizim hesaplar saint valentine'den!

"sevgililer gününde sevdiğiyle bedava bir yemeğe kim hayır der değil mi?"
yıllarca kompozisyon derslerinde yazılarıma bunun gibi "tag question"larla başladım.
sınavlardan 80-90-100 alırken kompozisyonlardan 50-60 almamın nedenini şimdi anlıyorum.
tamam kendine has bir stil belirlemiş olabilirsin ama tutmuyor yavrum, ne zorluyorsun allasen?
hiçbir hoca da kağıdın kenarına bu notu düşmedi..
yazın hayatım genç yaşta sona erdi.
allahtan blogu buldum da içimdeki engin coşkuyu fışkırtıyorum.
kendimi delice eleştirmekten de kendimi alamıyorum yine..
mesela 2 üsteki cümlem fena halde kötü!
sabah da başıma çok fena bi olay geldi ki; televizyonda gerzek bişey görünce utanıp kulaklarını kapatıp şarkı söylersin ya, hah aynı öyle oluyorum düşününce.
ismi lazım değil bir radyo programına bağlandım,
heyecandan ne saçmaladığımı hatırlamıyorum *-*
hatırlıyorum da belleğimin dibine itmek istiyorum.
allahtan sadece adımı söyledim de kimliğim ortaya çıkmadı..
işe gitmek için hazırlanırken, iki arada bi derede bu çılgınlığı neden yaptın derseniz; sevgilim için!
zaten şu dünyada herşeyi sevdiklerimiz için yapmıyor muyuz sevgili gönül dostları? (mmm megasite)
sevgili sevgilime-artık nedense sevgili sayılmadığımız düşünenlere inat- bir süpriz yapayım, yemek ödülünü kazanayım diye elimdeki rimeli bi tarafa bırakarak aradım 210 30 30'u..
düştü namuzsuz..
sevindim başıma geleceklerden habersiz..
en iyi yaptığım işi yaptım, saçmaladım..
ödülü herkese vermeselerdi rezil olacağımla kalacaktım da kutsal bir el e. ile o'ya değdi..
verdiler gitti..
neticeten; rezilim ama şanslıyım!
aksi zaten mümkün müydü?
etli ekmekte adres rumi,
rumi?
evet bizim celaleddin..
öperins!
hamiş 1: sevgililer gününe ilişkin başka yazı yazmayacağım için şimdiden tüm sevdiklerimi, beni okuduğun için seni de sevme ihtimaline binaen seni de öper, kutlarım..
hamiş 2: 2 blogdur kullandığım resimler çok dinsel oldu, farkındayım ama başımıza bu günü saran "aziz"imi görün istedim..

11 Şubat 2009 Çarşamba

edalar modalar!

türk insanındaki üstün, entellektüel, eleştirel bakış açısına hayranım..
herşeyi eleştirme potansiyeli var yurdum insanında.
kendisi izlemiyormuş gibi televizyondaki yarışma programlarını,
kendisi çok kibarmış gibi recep ivedik'i,
kendisi çok ahlaklıymış gibi sokakta masumca öpüşenleri,
herkesi, herşeyi..
bunun bir tezahürü olarak hemcinslerim birbirlerini
süzüp, eleştirmeye bayılıyorlar..
yanındak erkek arkadaşından çok bir kızın sizi süzdüğüne çoğu kez şahit olmuşsunuzdur.
moda ikonaları(!) seni başta aşağı tararlar,
beğenmedilerse herhangi bir yerini, tek kaşını kaldırarak "cık, olmamış" mesajını verirler..
burda hemen gereksiz bir parantez açmak istiyorum;
ikona türkçede ikonun bayan versiyonu gibi kullanılıyor (rahim-rahime gibi)
eski yunanca eikon fiilinden gelen bu kelime aslında imge, benzemek, benzetmek anlamındadır.
ama yaygın kullanımı kilisedeki dini motifleri kasteder..
yıllardır bulmacalarda da bu şekilde sorulur.
bu bakımdan moda ikonası deyince aklıma kiliseler geliyor,
bilin istedim.
ayrıca günümüzün sözde moda ikonlarına da tilt oluyorum,
dünün burnu sümüklü joey'si katie holmes tom cruise ile evlenince moda ikonu mu oluverdi birden?
ya da çiroz victoria beckham..
hadi ordan!

her neyse; giydiğin ayakkabının orijinalitesi herkes tarafından yadırganır,
anlarsın bakışlardan..
renkli çorap giyip gitsen işe ayıplanır,
ne biçim avukat diye..
oysa italya'dayken o kadar rahat giyiniyordum ki...
moda ülkesinde, modadan anlayan insanların içinde..
istersen kafana kuş yuvası yerleştir, dönüp bakan yok.
kesinlikle avrupa özentiliği yada ülkesini beğenmeye burnu büyüklerden değilim,
yanlış anlaşılmasın..
dönmek için can atmıştım zira..
ama misal orda aldığım ve sürekli taktığım fötr şapkam,
yurda kesin dönüş yapmam ile naftalinlerle raflardaki yerini aldı..
"tuğba özay gibi, ne o öyle, fötr mötr!!!"
işte moda zevkimin böyle içine ettiler!!
zevkim var ama cesaretim yok.
heves ediyorum, giyemiyorum.
belki de yanlış meslek seçtim,
avukatlığı giyiyorum hergün...
öpeyim de geçsin!

10 Şubat 2009 Salı

açtım, geçti!

aslında ben bloglarda kişisel ilişkilerin yazılmasından pek yana değilim..
adı "kişisel" blog ama nedense bana daha genel geçer şeyler yazılmalıymış gibi geliyor..
gereklilik kiplerinin etkisinde blog da yazılmaz aslında,
insanın içinden ne geliyorsa onu kelimelere dökmesi vaciptir.
yine kendime eleştirel bir bakış attım :)
ama ben derin internet okyanusunda, açılmak istemeyen kağıttan gemi misali özel hayatıma girmemeyi tercih ederim.
ama şimdi gireceğim,
zira biri bana "yaz!" dedi,
ve kafam başka şey yazacak kadar toplu değil..

açtım, gergindim!
cihanla tartıştık,
ünlemlerime sahip olamadım.
kapadı.
aradım.
iyi ki açmadı.
mesaj yazdım,
iyi ki yollamadım.
aradı,
açtım,
içimden sayarken çoktan 1000'i geçmiştim.
barıştık,
kapadık.
aradım,
başım ağrıyor senin yüzünden dedim.
bloggerı aç, yaz, geçer dedi.
açtım,
yazdım.,
geçti..
öperins!

9 Şubat 2009 Pazartesi

erkek severse kadınlar ne ister?

"her kadın er yada geç terkedilmelidir" mottolu,
"erkek severse" isimli bir filmi izlemeden önce kafam cidden karışmıştı.
bana kaderimin bir oyunu olsa gerek ne kadar absürd film ismi çevirisi varsa beni buluyor.
"bir kadın uyumadığında" diye çevirsen çatlar mısın kuzum?
nedir bu erkek severse, kadın keserse, çocuk kabahatiyle oynarsa tarzı isim bulma sevdası?
erkek severse her kadını terk mi eder yani, nedir olay?
ama ben bunu bi yerden biliyorum yahu..
aaaa ıssız adaaaaam!
her yol ıssız adamlara çıkıyor malumunuz bu aralar..
bir de davos şakalarına...
van minüts, aramam sormam bir daha falan fıstık..
bir baygınlık daha..
aman yeter yahu, taklitler aslını yaşatır ki "mazallah" bu durumda en güzel temenni olacaktır.
he ne ise;
büyük alışveriş merkezlerinin, mega elektronik mağazalarında, süper indirimli filmlere bakarken bu film dikkatimizi çekti.
bir italyan filmi, 18 yaş üzeri, cinsellik içeren..
attık sepete..
OMG! şu anda radyoda dj erkek severseyi izledin mi dedi yanındaki bayana..
ilahi güçler neden benimle iletişim için radyoyu kullanıyor..
yok yani yakında elmadağ var, oraya da çıkabilirim pek tabi..
aman neyse çarpılacağım gündüz gündüz..
dvdler arasında bekliyorken tv8'de bugün yayınlanacağını duyup, "para boşa gitmesin" hesabı koyduk izledik filmi dün..
"ah" dedim ilk 30 dakika, "çağan ırmak ıssız adamı bundan çalmış".
andırıyordu valla, çamur atmıyorum adama..
ama değilmiş..
iyi ki de değilmiş..
diyaloglar, ilişkiler hakkındaki tespitler güzeldi.
her italyan filmi gibi, hayatın içinden bir kesitti.
ilişkiler içinden bir kesitti.
filmin "gerçek" adının, filmin can alıcı mesaj kaynağı olması güzeldi.
sevdim. her italyan filmini "muhakkak" sevdiğim gibi..
bugün tv8'de.
pazartesi gecelerini dizilere ayırmayanlara tavsiyemdir, izleyin..
+18 olduğundan, yapılan kırt kırt sebebiyle anlamadığınız yerleri bana sorun ;)
öperins!

krizi fırsata çevirmek!

hayırlara vesile dün gece rüyamda var mısın yok musun'da günün yarışmacısı olmak için koşu yarışına katıldım.
en önce "adliyeyeye varan" günün yarışmacısı oluyormuş,
ben, liseden derse hep geç gelen bir arkadaşım ve kabilli abi yarışıyoruz,
karabasan basmış gibi koşamıyorum ben,
koşma yetimi kaybetmişim, ayaklarım tutmuyor,
ama arap atı gibi sonradan açılıyorum ve adliyeye önce ben varıyorum!!
bir alkış, bir hümayüş..
sonra bir dert alıyor beni; programda ne giyeceğim?!?
düşüne düşüne sabahı ettim!
rüya işte müdahale edemiyorsun canım!

var mısın yok musun'a katılsam sona bırakacağım kutu belli; 17!!
17'i o denli severim.
birileri bunu duymuş olacak ki, takiptekiler 17'den ne aşağı iniyor ne yukarı çıkıyor..
sürekli yeni gelenler var -ki öperim hepsini canlarım benim- ama gidenler de cabası..
sanırım ilk gidene yazdığım yazı onları da etkiledi, gittiler..
bıraktığınız yerde bekliyorum canlarım, çocuklar da perişan oldu!
brajeshwari'nin dediği gibi dekoder lazımsa beni sevmek için onu da kampanyasal olarak ücretsiz vereceğim..
neden bu sevilme kaygım?
taktım değil mi?
yaz gitsin halbusi ki!
üzüntünü de çaktırma, kuğl takıl!
ama yapısal!
kimse gelmesin razıyım ama gelenler de gitmesin yahu..
kendimi kötü hissediyorum.
krizi lehime çevirmeliyim,
evet yapmalıyım bunu!
ay bak yine duygulandım.
ben şimdi gideyim, yine gelirim.
öperins!

7 Şubat 2009 Cumartesi

löst in pöst!

çok tepkiselim söylemesayip.
pemese değil.
bildiğin tepki.
okuyorum, görüyorum, kızıyorum.
incir çekirdeğini doldurmayan, hepsi birbirinin aynı zırvalar okuduklarım.
zeka kırıntılarından yoksun.
kaba..
dili kaba,
kendi kaba...
ama reytingi bol..
gelin kaynana evi gibi..
kalabalık ama içi boş..
konuşan çok ama söyleyen yok..
seven çok ama gören yok..
öperins!


6 Şubat 2009 Cuma

sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar!

bu tersten benzetme benim değil ilhan irem'in ürünü.
hiç duymadığım bu şarkısına tesadüfen radyoda rastladım bugün.
sanatçıların yıldızlara benzetilmesi normaldir ama yldızların sanatçılara benzetilmesi yaratıcılık değil de nedir kuzum?
bir kez daha benzetmesine hayran kaldım ilhancığımın.
sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin var denmesinden hangi bayan hoşlanır bilmem ama benzetme olarak başarılıdır nihayetinde.
nitekim devamında "ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin, rengarenk biraz sonra gidecek, görüyorum" demiştir ilhancığım ki bunu benim diyen romantik söyleyemez.
velhesıl kelam güzel şarkıymış bugüne kadar dinlemediğime üzüldüm.
bu arada yine bugün öğrendiğim üzere erövizyonda bizi temsil eden klips ve onların "halley" şarkısının da sözleri ilhan irem'e aitmiş.
halley, neco'nun "hani" ve şebnem paker'in "dinle" şarkısıyla birikte erovizyonda en sevdiğim şarkılar arasındadır.
unutanlar ve yaşı yetmeyenler için buyrun efenim burdan yakın.
böyle bir ingiliz aksanı katılmıştır "hay halli" şeklinde, neco'nun nerde "hani"'yi "honey" aksanıyla söylediği gibi.
verdiği barış mesajın sırbistanlı erkek kılıklı kızın verdiği mesajla aynı niteliktedir.
"değneğin nerde peri, gel dokandır da barış gelsin heyyo"
velhasıl 9. olmuştur..
candan erçetin'i bizimle tanışmıştır falan filan..

bak laf lafı açtı nerden nereye geldim.
neyden bahsedecekken nelerden bahsettim.
sanatçılardı yıldızlardı derken halley'e dönmüşüm.
ama halley de kuyruklu yıldız değil mi ayol?!
güzel bağladım evet.
öperinsss!

5 Şubat 2009 Perşembe

Marcel Proust'ın ruhuna değsin!

ayyy mim bugüne kadar benim için bir arkadaş adından ibaretken,
sevgili sevgili sevgili en sıkı yorumcum Brajeshwari'nin bana pas atmasıyla cevaplanması gereken sorulara dönüştü..
pek de güzel oldu.
soruları cevapladım.
hayatta "en"leri olamayan biri olarak zorlandım bazı bazı.
okuması kolay olsun diye de cevap verdim kısa kısa..
burun bakalım proust testi,
ruhun şaad olsun Marcel!

Sizi en çok üzecek olay?
aldatılmak. her manada.
Nerede yaşamak isterdiniz?
sürekli havanın sıcak olduğu ekvatoral iklimlerde..
Yaşayabileceğiniz en mutlu an?
o kadar kolay mutlu olabiliyorum ki..
ama sanırım bu soru beni yine deniz arcak şarkısına götürüyor;
"biraz terellelli, biraz da aşk,
keşke hep yaz olsa dert olmasa,
sevgilim yanımda kafam rahat,
gecenin üçünde ay batmasa"
En sevdiğiniz erkek karakter?
hercule poirot. yakışıklı yaratsaymış agatha kendisini, hayatımın kahramanı olabilirmiş :D
En sevdiğiniz kadın karakter?
annem. (ay güzellik yarışması cevapları gibi oldu ha! ahahahha)
Tarihteki favori kahramanlarınız?
Atatürk, hiç yılmadığı için.. her şeye rağmen..
Gerçek hayattaki favori kahramanlarınız?
cihan. laf olsun diye değil, geçekten.
En sevdiğiniz ressam?
Caravaggio, resimlerindeki ışık oyunu ve gerçeklik yüzünden..
Botticelli, resimlerindeki canlılık için..
Gustav Klimt, “der kuss” için..
En sevdiğiniz müzisyen?
içimde heyecan yaratan müzikleri yapan tüm müzisyenler..
Bir erkekte en çok beğendiğiniz özellik?
zekasının farkında olması. (gerçekten zeki ise tabi)
Bir kadında en çok beğendiğiniz özellik?
kadınlığının farkında olması.(greçketen kadın ise tabi)
En sevdiğiniz erdem?
dürüstlük.
Yapmaktan en mutlu olduğunuz iş?
bir şeyler yaratmak..
Kimin yerinde olmak isterdiniz?
çok memnunum kendimden, bir de 6 kilo eksik olsam :D
Arkadaşlarınızda hangi özelliklerin olmasını istersiniz?
samimiyet ve dürüstlük istiyorum ben, her insandan beklediğim gibi.
Kendinizde gördüğünüz en temel eksiklik?
iç dünyamda yarattıklarımı yıkamamak,
herkesi düşünmek,
sabırsızlık,
hayır diyememek,
bir de çok tembelim ben ayol!
Hayatınızın en büyük şanssızlığı?
şanssızlık mı?? proustcum bu soruyu bana sormamalısın.
En sevdiğiniz renk?
pembeeee.
En sevdiğiniz çiçek?
ortanca.
En sevdiğiniz kuş?
kuğu; içimdeki asaleti, penguen; içimdeki çocuğu beslediği için :D
En sevdiğiniz yazar?
Alper Canıgüz. 3 kitabı olmasına rağmen en sevdiğim evet.
En sevdiğiniz şair?
Orhan veli, nazım hikmet.
Tarihte en sevmediğiniz karakter?
kısaca f.g. gelecekte yapacaklarını tahmin ettiğim için.
En çok isteyeceğiniz özellik?
düşünce okumak.
Nasıl ölmek isterdiniz?
ölümü içime sindirmiş şekilde.
Hayattaki sloganınız?
hayat bir sudur yaşa yaşa kudur!
Şu anki ruh haliniz?
dolu.
kendimi başkasını mimlemek için çok toy hissettim, cesaret edemedim.
kısmet bir dahaya.
bi de test sonuçları ne zaman açıklanacak acaba?
öperins!

4 Şubat 2009 Çarşamba

tarih 23/07/2007, allegra ne yapıyor acaba?

alle'nin kim olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum.
ha eskeza duymamış olanlar varsa buyrun amme hizmeti.
bu da alle blogu efenim,
çift karakterli blogumuzun diğer üyesi..
bakalım 23/07/2007'de ne yapıyormuş.
doya döke okuyun;

kimlink bunalımı yaşıyorum..
evet evet kesinlinkle içinde bulunduğum ahval ve şerait beni kimlink bunalımına götürüyor.
kimlink bunalımının dışında genel bir travmatolojik bozukluk içindeyim.
canım sıkılıyor sürekli. zevk almıyorum hiçbişeyden.
geçen gün mikrofon ayaklığını çevirirken kafama çarpmıştı.
seyirciler o kadar çok güldüler ki, bunun şovun bir parçası olduğunu düşündüler.
oysa ben şarkıya konsantre olamadığımdan seyircilerden biriyle göz temasına girmiştim ve bir an dalarak mikrofon ayaklığını kafama çarptırdım.
o günden beri hiçbirşey eskisi gibi değil. beyinsel travma ruhsal bunalımı da tetikledi.
ya da aslında hiçbir şey yok. yaşadıklarım kurgusal fantazimin bir ürünü..
fantaziler de kurgusal değil midir zaten.
gereksiz kelime kullanımları ve buna mukabil anlatım bozuklukları da sevmediğim hususlar. bağlaç olan de'nin ayrı yazılması hususu ise hiç girmek dahi istemediğim bir konu.
de'yi ayrı yazmayan erkekten anında soğuyorum.
erkeklerden soğuyorum da kadınlardan soğumuyor muyum? sanırım hayır.
en sevdiğim sayı 6 olmadığı gibi sayıları sevmekten alınan hazzı veya faydayı anlamış da değilim. hoş ben 7'yi seviyorum ama anlamsızca.
müzik kariyerimde ki başarısızlığım karşısında ise nötrlenmiş durumdayım.
umrumdalığı sıfır seviyesinde. ama ben size sıkıldığımı söylemiştim.
ne geçirir bu durumu bilmiyorum.
cindirella olma çabalarım sonuçsuz kalmıştı.
bir de madonna mı olsam acaba?
o da olmaz. yoga, pilates uğraştırır şimdi.
o zaman ben kibritçi kız oliim.
evet evet ben kibritçi kız olacağım.
hikayeyi hatırlamıyorum ama eminim güzel bişeydi.
kız fakirdi sokakta kibrit satıyordu sanırım.
basit bi hikaye olmasının yanında eminim içinde derin sosyolojik açılımlar vardır.
herneyse postmodern duygusallaşmaların içgüdüsel dışavurumlarından epeyce yoruldum. kurtarın beni....

how deep is your love?

bazı ufak şeyleri o kadar çok kafama takıyorum ki hayret doğrusu!
bi keresinde garsonla gereğince kibar konuşmadığım için cian'ın üzerime gelmesi sonucu ağlamışlığım bile var.
gel gelelim hal böyleyken sabah bi baktım;
izleyicilerim 17'den 16'ya düşmüş.
alla alla kimi tatmin edemedim acaba?
tavuklarına kışt deme ihtimalim olmadığına göre kesin yazdıklarımı beğenmedi.
kim olduğunu da bilemedim.
zaten 3 elin parmakları kadar yanımda olan insan var onları bile aklımda tutamamışım.
bravo!
neyse..
sevgili okur,
herhangi bir şekilde beni "yine" okursan derdini söyle derman olayım.
bi açıklama yapmadan beni terkedemezsin!
yaprak sarması boğazıma dizildi!
ıssız adam mısın sen yoksa ayol??

3 Şubat 2009 Salı

book gir!

ayy işten güçten vakit bulup bir yazamadım ayol!
şu kriz ortamında buna şükretmem gerekiyor sanıyorum
blog dediğin nedir ki her zaman yazılır?
ama iş öyle mi?
bi gitti mi bulabilene aşkolsun.


aman bakmayın böyle dediğime yazmayı çok özledim.
otobüste, duruşma beklerken, yemek yerken aklımdan kelimeler, konular akıp gidiyor.
not alayım diyorum,
o zaman da spontane yazmanın zevki olmuyor.

iş konusunda da kafam rahat.
bu işten herhangi bir şekilde çıkarsam, meslekten de kısmen çıkacağım.
evden part time avukatlık yapmayı ve kitapçıya işe girmeyi düşünüyorum.
kitap danışma departmanı tam bana göre.
boş vakitlerimde kitap okuyup kitap sorana da buyrun lütfen deyip yer gösteririm.
ay düşünmesi bile çok güzel.


müstakbel bir kitap danışmanı olarak yokluğunuzda çok kitap okudum.
istanbullular'ı sonunda bitirdim ama ben de bittim.
tolstoy'dan şeytanı da bitirdim üzerine kaymak.
dün tanrı'nın doğumgünü'ne başladım burak özdemir'den..
dini konular beni hep korkutmuştur..
bir yandan okuyorum bir yandan tırsıyorum.
ama o kadar değişik bir kitap ki tırssam da okuyup bitireceğim.
bir 600 sayfalık serüven daha beni bekliyor.
hayırlısı.
dostoyevski'den beyaz geceler'i de çantama attım.
inceleri çantaya, kalınları başucuna yerleştiriyorum,
ergonomik oluyor.

alper canıgüz'den bir kitap daha gelmiş, sevindim.
tatlı rüyalar'ı tesadüfen okuduğumda işte yıllardır aradığım türk yazar bu adam demiştim.
oğullar ve rencide ruhlar ise hayranlığımı katmerledi.
gizli ajans'ı da koşarak aldım, sıraya koydum.
ben yazarın zeki, ahlaksız aynı zaman da komiğini severim!
yaz alperciğim yaaaaz!
benim sözlerimi de yaz bi kenara da ilerde kulacıklara küpecik olur!

öperim!