25 Kasım 2010 Perşembe

meraklısına

lovelyshoeslarım geldi.
ön bilgi olarak lovely olduklarını söyleyebilirim.
hayal kırıklığı yok.
beyaz düz pabucun gelmemesi dışında tabi.
onun haricinde, nasıl görünüyorlarsa öyleler.
numaralar cuk, biri biraz büyük oldu yalnız.
akşam çekip koyarım fotoları kendiniz değerlendirirsiniz canlarım.
mucköperins!

24 Kasım 2010 Çarşamba

penceresi cam cama

geçmişe dönüp baktığımda hiçbir öğretmenimi şükranla anamıyorum.
zorlasam 2-3 tane bulurum belki.
bu sebeple sakın kişisel anlaşılmasın ama öğretmenlerimi yılda bir gün değil hiçbir gün hatırlamak istemiyorum.
hoş çok çok kötü anılarım olduğundan değil,
zorlasam 2-3 tane bulurum belki.
ama benim;
rahmetli büyükbabam,
annem,
kız kardeşim,
teyzem,
eniştem,
amcam,
yengem,
1 kuzenim,
2 kuzenim,
3 kuzenim,
4 kuzenim,
5 kuzenim,
6 kuzenim,
ÖĞRETMEN.
sırf onların hatrına, artık aile mesleği olmasının hatrına kutlarım ben bugünü,
bunu okuyan tüm öğretmenlerin de pek tabi.
Öte yandan bugünün şımarıklığı olan "aa neden benim mesleğimin günü yok" cümlesini kuramayacağım zira 5 Niğsan avukatlar günüdür.
siz kutlamazsınız, müvekkillerim ellerinde çiçekler, hediyelerle gelmez ama o gün avukatlar günüdür.
ben bir köşede gizlice ağlarım; beni yılda bir gün bile hatırlamıyorlar diye.
bunu öğrendiğinize göre artık 2011'de bana bir sürpriz yaparsınız, değil mi canlarım?
öperins!

12 Kasım 2010 Cuma

oxford vardı ben de giydim.

bir iphone uygulaması olan instagramda, nora(ajar)nın, hesinin, gutunun ve bilimum kediseverin pisi fotoğrafı yayınlamalarından duyduğum ezikliği her gün ayakkabılarımı çekerek bir nebze de olsa geçirmeye çalışıyorum.
ve fakat ayakkabılarımı çekerken hepsinin oxfordingen ve türevleri olmasını farketmem ne olacak?
vizyonum mu dar nedir?












11 Kasım 2010 Perşembe

keep in mind, we're under the same sky.

eğer siz de;
ilk kiss the rain dinlediğinde billie myers'ı erkek zannedenlerden,
her kiss the rain dinlediğinde içi bi hoş olanlardansanız,
elime mum dikin!

9 Kasım 2010 Salı

dombililer koşun zayıflıyoruz!

insanın böyle dostları olacak gerçekten.
dietle ilgili postum yayınlanır yayınlanmaz burcu abla a.k.a. brajeswari bana bir blog sayfasının linkini attı.
paranı kilona harcama ispanyolca konuş, sen zaten penolope gibi kızsın dedi, ya da böyle bir şeyler.
her neyse mevsimlerden roma bloğunun sahibesi mehtap hanım zayıflatma gibi ulvi bir amaç edinmiş ve bu amaçla bir program başlatıyor.
son katılım 13 kasım.
ben hemen boyumu, yaşımı, kilomu, endeks kondeks her şeyimi tüm samimiyetimle yazdım.
gizlim saklım yok bilirsiniz.
düzen karşıtı bir bünyeyle nereye kadar bu programı ilerletirim bilemiyorum ama her zamanki gibi çok feci gaza geldim.
ilgilenenler için lingo lingo şişeler
öperins tontiş yanaklarınızdan!

iki haftadır diyetteyim ve kaybettiğim tek şey iki hafta*

*totie fields


doğum sonrası, hamilelikte aldığım 13 kilonun 10'unu vermiş olmam çok süper bir olay gibi görünse de hamileliğe girişte de hatrı sayılır bir kiloda olduğumdan zayıf insan kategorisine giremedim henüz.
hoş hayatım boyunca da giremedim zaten.
en son bir başıma italya'ya gittiğimde ilk hafta yeme içmeden kesilip 57 kiloya düştüğümde sene 2005'ti.
6 ay sonunda -o kadar makarna da yememe rağmen- 58 kiloyla yurda dönüş yapmıştım.
o günden sonra da baskülü 60'ın altında görmedim maalesef.
istesem 4-5 kilo veririm ama bu sefer gerçekten zayıflamak istediğim için diyetisyene gitmeye karar verdim.
diyetisyene gitmeye karar verdiğimden beri nizasız ve fasılasız yiyorum.
param boşa gitmesin diye yapıyorum bunu, yoksa 5-6 kiloyu her diyetisyen verdirir.
benim üzerimde çalışmalı, bana değer verip önemsemeli.
ekmeğin aslanın ağzında olduğu şu devirde kolay para kazanmaca yok.
iradeli ve kararlı diyetisyene gitme kararımdan beni tek vazgeçirebilecek kişi christina.



monica'nın alıştırdığı etli butlu kadın motifi, christina hendricks ile en top seviyelerine varmak üzere.yapılan güncel araştırmalar (erkek dergilerinin gerzek anketlerinden bahsediyorum pek tabi) dünya üzerindeki en seksi kadının christina olduğu yönünde.

şimdi ben zayıflar da, balık etli kadınlar moda olursa kaybolan yıllarıma yanarım çok fena, diyetisyene saçtığım paralar da cabası. ne yapsam karar veremiyorum. diyetisyene gitmezsem o parayla ispanyolca kursuna gideceğim.

balık etli olup ispanyolca konuşmak mı? zayıf olup penolope cruz'un her giydiğini giyebilmek mi? dilemma, dilemma, dilemma!

öperins!

8 Kasım 2010 Pazartesi

sübhanallah kardeş ibretliğim vallahi.

evde ayakkabı koyacak yer kalmadı.
ayakkabıya ayrılacak bir odamız da mevcut değil maalesef.
hal böyle iken lovelyshoes'a girmek benim neyime.
hadi girdin 5 ayakkabı alınır mı?
buzdolabını boşaltıp bunları koyacağım artık.
kalite yönünden fazla bir beklentim yok.
hepsine 175 tl gibi bir para ödedim neticede.
internette de mini bir araştırma yaptım, bazıları çok güzel çıkabildiği gibi bazıları da oldukça tırt olabiliyormuş.
çin malı diyoruz ama geçen nine west'de bir bot beğendim ki kendisi şu aşağıdaki siyahın bir değişiği idi, 249 tl olduğu yetmezmiş gibi bir de kocaman made in PRC yazıyor üzerinde.
anlayacağınız minik de olsa bir umut var içimde vuslata dair.
ayakkabılar gelince hepsini tek tek çekip size tekrar gösteririm, ibret alın diye.
böyle de bi salağım.
haydin ballar öperins!






5 Kasım 2010 Cuma

linkin link

vintage peony'ciğimin bu postuna, akabindeki linke ve en çok da bu audrey'ye bayıldım.

freaks and geeks


bu nerd gözlüğü bir daha takmayacakmışım.
m(me) tvdeki kliplerde saçları dağınık, yanakları çizik çizik, yanaklarından kanlar akan kadınlar takıyormuş bunu.
bana yakışmamış.
diyor sevgili patronum.
ahahahah tabi ki takacağım.
o adliyedeki nerd benim.
muckss!

4 Kasım 2010 Perşembe

aduuu!


hay allaam yarabbim!
tamam bana biraz fazla verdin belki ondandır bu sinirlenmelerim ama neden bir takım kendini bilmezlere bu denli cimri davrandın?
özümde sinirli bir insanım biliyorsunuz ama dışımdan çok iyi bir insanımdır.
mümkün mertebe kimseyi kırmamaya çalışıyorum.
yaptıklarına,yazdıklarına değer veriyorum,bazen yalandan da olsa.
ama sanki bunları ben yapmıyormuşum gibi evrenle derin bir imtihan içindeyim.
herkes sidikleriyle padoktaki yerini almış.
yüksek egom sayesinde, alaycı bir gülümsemeyle fazla önemsemesem de yine de rahatsız oluyorum.
oturup bir de yazı yazıyorum, terkedilen sevgilinin ardından şarkı yazar gibi;"seni unuttum, önemsemiyorum" temalı.
ee madem unuttun,o zaman neden şarkı yazıyorsun adama demezler mi adama.
derleeer!
aman ne derlerse desinler.
öperins!

keeet!

2 Kasım 2010 Salı

bloggera göre 243 izleyicim var.
google analytics 70-80 kişinin beni okuduğunu söylüyor.
yorumlara bakarsan taş çatlasın 10 kişi.
istatistik?



procrastinate now, dont put it off!*

bugünü bir yere not etmem lazım.
zira yıllardır teşhisini koyamadığım rahatsızlığımı bugün buldum.
öğrencilik hayatımda, çok istememe rağmen bir türlü oturup ders çalışamamam sorunu ruhumda derin yaralar açtı.
tembellik değildi bu.
zira içimde bir çalışma coşkusuyla masaya oturmam saçlarımı bigudilerken kendimi bulmamla son buluyordu.
zeki ama çalışmıyor çocuklarından değil de zeki ama aptal çocuklardan sayıyordum kendimi.
aptaldım çünkü kabiliyetlerimi doğru yere ve yöne yönlendirecek akla sahip değildim.
iş hayatına atılınca bu sefer de yazmam gereken dilekçeyi son güne kadar bekletmem ama sürekli onu yazmak için hayaller kurmam şeklinde tezahür etti bu aptallık.
peki ya 2003 senesinde başladığım master tezini sene 2010 olduğu halde hala yazamıyor oluşum?
evde de aynı terane, giysi dolabını büyük bir şevkle toplamak için yola çıkıp, kendini kıyafet denerken bulan ben, özensizce geri dolaba tıkılan kıyafetler.
son zamanlarda bu durum işimi etkilemeye başlayınca ciddi ciddi araştırma yapayım dedim.
dikkat bozukluğu, konsantrasyon eksikliği derken internet beni doğru tanıya ulaştırdı; procrastination!
28 yıllık ömrü hayatımda bu kelimeyi ve kavramı yeni duyduğum için ne kadar mahçup olduğumu tahmin edersiniz.
etimolojik olarak bakıldığında procrastination cras -pek tabii ki latincede- yarın, pro da yanlısı olduğundan yarınlara bırakma sevdalısı olarak tanımlanabiliyor.
procrastinatörler asla tembel olarak tanımlanamıyor zira sürekli bir eylem halindeler.

ekşi'de little red riding hood şu şekilde izah etmiş durumu;
"tez yazmam gereken zamani bilgisayardaki dosyalarimi duzenlemek, bulasik makinesini bosaltmak, kek-borek yapmak, camasirlari yerlestirmek, internetten dizi izlemek gibi eylemlerle gecirmemin afili adi. hayir tez yokken de boyleydim ben. is hayatimda, ozel hayatimda, hatta hobilerimde bile. bir isi yapmaya baslardim. onu yaparken baska seyleri de aradan cikarirdim. esas is geri plana atilmis demezdim, ayni zamanda bissuru is bitirdim diye sevinirdim. oda mi toplanacak? yataktan basla, sonra dolaba yonel. aaa o sirada sehpada fotograflari gor, hoop yataga oturup fotograf bakmaya basla. sonra onlari albume dizmeye karar ver. uzun surecegini dusunup vazgec ama bu arada ortaya sacilmis aksesuarlari toparla, kutulara koy. o arada bir arkadasin hediyesi yuzugu gor, arkadasi ozle, git onu ara. sonra odaya don. kirlileri banyoya goturdugunde lavaboyu ovmaya niyetlen. onu yapmak icin deterjani alirken..... offf daha gider bu. oysa butun bu saykallanmalar boyunca, bir kere bile gecikmedim. hayatimin her doneminde yetismesi gereken bir sey, yetismesi gereken zamanda yetisti. halbuki cok onceden bitirilip, aksilik cikabilir korkusu olmadan, kafa rahat diger ugraslarla ilgilenilebilirdi. (misal yuksek lisans tezimi teslim etmem gereken gunun sabahi saat 5'te basmaya basladim. elektrik kesilir, yazici bozulur diye dusunmedim.) kendimi hep "stres altinda daha verimli calisiyorum" gorusune inandirdim. simdi ise "zaman baskisi olmasa aslinda cok rahat ederdim" diyorum. yaman celiski... bir yandan da beynimin kivrimlari arasinda "cekirge bir sicrar, iki sicrar..." deyisi vinlamakta. herkesin planli, duzenli, titiz, hizli diye tanidigi biri olarak su gunlerde cektiklerimi anlatmam mumkun degil. bu procrastination yaninda yogun bir ic sikintisi ile dolasiyor. surekli sessiz varligiyla tedirgin ediyor ama merak baki kaliyor: nereye kadar? "
bu silsileyi hayatım boyunca o kadar yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum ki..
tembel olsan için rahat olur, ama bir procastinatörsen yapmadığın işten dolayı içinin içini yemesi, vicdan azabı insanı öldürüyor.
ama ona rağmen bir yaymacılık, adam sendecilik.
dert bende derman sizde anlayacağınız.
profesyonel tedavi almadan önce size yazayım dedim, belki yardımcı olabilecekler olur.
fix me dude!
öperins!
*ellen degeneres

1 Kasım 2010 Pazartesi

kelebek gibi uçar lafı iyi sokarım

muhammed ali lafı gediğine koymuş.
her yaşın ayrı bir güzelliği olmalı mı?
menapozlu teyzeler taşlı kot giymekten vazgeçmeli mi?
ve artık ben "korkma ben varım"ı bitirsem mi?
öperins!