30 Aralık 2010 Perşembe

borcum borç ama..

geçen haftadan beri devlete yaklaşık 10.000TL borcum olduğunu öğrendim, iyi mi?
ssk'dan bağ-kur'a geçişimi yapan devlet bunu bana bildirme gereği duymadığından, primlerimi ödememe rağmen 2 yıllık birikmiş prim borcum görünüyordu.
dekontları sundum, onu hallettik.
e-devlet şifremi bugün aldım, öyle bakınırken arabaya bakayım dedim.
ne göreyim, vergi dairesi arabamın üzerine haciz koymuş; oraya da vergi borcum varmış meğerse.
vergi yüzsüzleri listesine sokacaklar utanmasalar.
vergi dairesinin bana daha fazla borcu var ama belge eksikliğinden mahsup edilemiyormuş.
onu da halletti muhasebecim.
allahtan hakkımda açılmış bir davaya falan rastlamadım.
o da olsa tam olacağdı.
borç batağındayım, acil yardım!!
öperins!

29 Aralık 2010 Çarşamba

müjde; sahalara geri dönüyorum!


bugün itibariyle ankara barosu bayan basketbol takımına başvurumu yapmış bulunmaktayım.
evli ve çocuklu olup basketbol takımında top koşturma fikri biraz acayip geliyor, ben de farkındayım.
ama misal evli ve çocuklu olmama rağmen sürdüğüm yeşil ojelerimi yadırgayanlar da var.
ee ne yapayım yani, çocuk doğurdum diye mürebbiye mi olayım?
fotoğrafı görüp basketbol oynamaya beyaz gölge'den esinlenerek başladığımı sanmayın.
çocuk doğursak da o kadar yaşlı değiliz,tevellüt 82.
asker çocuğu olmanın doğal sonucu olarak, her türlü spordan az buçuk anlıyorum.
zira biz; bir potada 10 kişi şut atar, 20 kişi yuvarlak olur voleybol oynar, masa tenisini çerezden sayar, tenisi tam beceremesek de muhakkak tenis raketi edinir, bedava kondisyon salonlarında aletten alete koşardık.
bu sebeple üniversitede basketbol takımına girmem zor olmadı.
5 sene oynadığımdan, 2 gümüş, 2 bronz madalyam olduğundan bahsetmiştim zaten sanırım.
hatta seyircinin sevgilisi olduğumdan, ve hatta 3'lü çektirdiğimden ama nankör bir seyircinin bir sonraki maçta bana "rolls royce 7" diye bağırdığından da.
işte o günlerin hevesiyle baronun basketbol takımına adımı yazdırdım.
içimden bir his çok pis şişeceğimi söylüyor.
allaam sen beni rezil olmaktan koru, amin.
öperins!

28 Aralık 2010 Salı

ankarævents

ankarævents ankaralı bloggerlarla tanışmak istiyor(muş).
ben "hay hay" dedim.
uzun zamandır hay hay'ı cümle içinde kullanasım vardı, güzel vesile oldu.
sosyal açılımlar yapmak sadece sizin işiniz değil sevgili istanbullular ve izmirliler.
biz de bürokratik eylemlerimizden vakit bulunca gayet de güzel sosyalleşebiliyoruz.
ve sen ankaralı bloggermate'im, ankaralı'nın gücünü göstermek için ben de varım diyorsan, buyur pliş.
http://www.ankaraevents.com/blog-yazarlari/
bu arada organizasyonun içeriği hakkında hiçbir fikrim yok.
bekleyip göreceğiz.
öperins!

17 Aralık 2010 Cuma

Çin Mali ho!

hanginizin gözü kaldı çabuk söyleyin? vallahi dövmeyeceğim ya! klasik topuk çevirme ekinligim sırasında Lovelyshoes The favorite in topuğu caaat diye kopuverdi. cakilabilecek bir şey gibi göründüğünden is yerindeki (nalburiyede çalışıyorum evet) cekicle vurdum. ama adamlar nasıl bir teknoloji ile yaptilarsa girmedi namussuz! allahtan ofiste yedek ayakkabım var da eve topallayarak gitmek zorunda kalmayacağım. ayakkabıcı da ayakkabıyı yapamam dersee yaktım ciranizi! operins!


13 Aralık 2010 Pazartesi

diyare diary

her ne kadar bebeğe rağmen gezerim tozarım desem de kazın ayağı her zaman öyle değil.
inception'dan beri bir filmi sinema perdesinde görmememiştim misal.
çarşamba günü, annemin yatılı mürebbiyelik görevine soyunmasını da fırsat bilerek bir yerden başlayalım diye av mevsimi'ne gittik.
aslında film üzerine de yazarım ama burda yazılmışı var.
porco rosso tam diyeceklerimi demiş; Ortalama bir polisiye filmi. Tek farkı türk yapımı. Çok şey beklememek lazım heralde polisiyelerden. Ya da Türklerden.
o yüzden yazarak vakit kaybetmeyeyim.
her ne ise efendim o akşamın gecesinde berbat bir mide ağrısıyla uyandım.
rennie içtim geçeceğini umarak, boşa çabalamışım.
çoğunuzun twitterda görüp bir geçmiş olsun demediği üzere rota virüs kapmışım.
genelde bebeklerde olan bu söylemesayip ishal virüsüne karşı oğlanı aşılatmıştık.
ama bebek gibi kız olduğum gerçeğini gözden kaçırmışız.
bu gözden kaçırma bana yatakta geçen bir perşembe-cumaya maloldu.
hayatımda ilk kez rapor aldım. hem de 3 gün.
şu an iyiyim. gibi.
ayaklarımda bir soğuma başladı.
ölüyor muyum ne?
ay bu arada bi de beynimin içine hayde söyleyen cem yılmaz kaçtı.
tam kovuyorum, rahatlıyorum; zaart ordan bi haber bülteni, bi magazin programı "çiktum çami budadum" sonra ardı arkası kesilmeyen bir beyin içi şarkı söyleme seansı.
ben bekliyorum zaten yakında biri bu türküyü söylerken kafayı yer.
kesin yer kesin!
hadi öperins!

6 Aralık 2010 Pazartesi

sosyal mesaj kaygısı.

sabah işe gelirken cihan'a şu konuda yazacağım bugün dedim.
biraz ağır kaçmaz mı senin bloğa, sonuçta senin bloğun günü geçirmelik, eğlencelik yazılardan oluşuyor dedi.
bozuldum.
blog elbetteki benim hayat tarzımı, duruşumu, giyinişimi, konuşuşumu, koşuşumu, kuşuşuşuşumu yansıtıyor.
ama laylaylom bir imaj çiziyorsam çok üzülürüm.
zira takım tutumuyorum ve politikayla ilgilenmiyorum diyen insanlardan genelde haz etmem.
söz meclisten dışarı ama aşırı alınganlarınız alınabilir de.
insanın hayatta ucundan tuttuğu bir tarafı, bir duruşu olmalı.
apolitik olmayı zaten kabul etmiyorum da, futbolun bu denli etkili olduğu bir ülkede yaşıyorken -en azından- renkleri uğruna bir takım sevmeli, yalan da olsa maçları takip etmeli insan.
ben siyah-beyazı fazla seviyorum belki ama bu denli bir aşk değil karşı taraftan beklediğim.
sözde de olsa bir gönül bağı.
bu konuda önceden de yazmıştım gibi geldi.
neyse sorun değil, şimdi bloğuma ağır gelecek konuya geçelim.
sabah kanal d'ye geçince tüm muhalefeti ortadan kaybolan irfan değirmenci'yi izliyorduk.
beşiktaş-bursa maçı olaylarını akabinde de guti'nin lüks otomobiliyle yaptığı kazayı, yüksek promille yakalandığını ve serbest kaldığını yayınladılar.
durum çok trajik geldi.
kimin için ne için kavga edip adam kesiyorsun?
yanlış anlaşılmasın guti canımız ama taraftarın da holigan olmadan önce biraz düşünmesi gerek.
futbolcu takımı için çıkar sahaya futbolunu oynar, sen adam doğrarsın.
maçtan sonra eğlenmeye gider, sen nezarathaneye gidersin.
içkisini içer sen çilesini çekersin.
sen gün sayarsın, o parasını.
o yüzden aferim sana, aynen böyle devam et!

3 Aralık 2010 Cuma

sözüm söz demiştim!

tamam lovelyshoesları (çoğulun çoğulu) çok merak ettiniz biliyorum.
siprariş vermek için sabırsızlanıyorsunuz.
ama çemkirmeden önce benim 5,5 aylık bir bebek annesi ve cumartesi dahi çalışan tam zamanlı avukat olduğumu hatırlayınız rica ediciim.
hatırlayıp, deli gibi pişman olduysanız şimdi konumuza geçebiliriz.



ayakkabıları ne zaman sipariş verdiğimi ve ne zaman geldiğini hatırlamıyorum ama tahmini 15-20 günde elimdelerdi. ödemeyi paypal ile yaptım, kargo ems denilen çin kargosuydu. paketi gördüğümde 4 ayakakbının bunun içine nasıl sığdığına acayip şaşırdım, 4 fil ve bir fiat 500 düşünün anlamak için. önceki postumdan hatırlayacağınız düz beyaz -ki benim favorimdi- stokta olmadığından gelemedi. paramı iade edeceklerini söylemişlerdi bak unutum, bu kadar ekabir olmamalıyım.



ayakkabılara dair ilk söyleyeceğim şey malzemeye ilişkin ama kesinlikle hayal kırıklığı değil. namussuzlar nasıl bir malzeme kullandılarsa ayakkabılar geldiğinde bir kaç saat aynı odada kalınca kafa yaptılar. çok acayip bir şey kokuyor, ee tabi ki benim gibi köpek burunlu birinin bundan etkilenmemesi olanaksız. onun dışında kalite tam beklediğim gibi, çok kötü değil çok iyi de değil tabii ki.
ben normalde 37-38 giyiyorum. hepsini çin numarasına göre, ki avrupa standardı 38 oluyor, 39 istedim. bot hariç hepsi oldu. bot ise biraz büyük duruyor. ne alakaysa bot ayağımdayken ayağıma bakınca travesti ayağı görüyorum.
benim en sevdiğim bu bot oldu, her ne kadar büyük olsada. malzemesi gayet kaliteli görünüyor. içini neyle kapladılarsa ayağım fırın gibi. platform olduğundan topuğu da hiç yokmuş hissi uyandırıyor. oldukça tavsiye edilesi yani. ama dediğim gibi kalıbı büyük. numaranız neyse onu alın.

çoğunuzun favorisi fiyonklu ayakabı; topuğu ahşap rengi çıkması haricinde beni şaşırtmadı. ha biraz da yüksek topuk ama bu da platform. so sorun yok. bunu giydim. durun hatta onun fotosunu da koyayım.

güzel yani, her türlü gideri var.


siparişin flaş ismi! evirdim çevirdim günlük ve işsel yaşamda bunu nasıl giyerim bulamadım. zaten cihan da anca akşam bir yere giderken giyebilrisin bunu dedi. hızlı gece yaşantımda(!) eksik olan parça da tamamlanmış oldu yani. ankara için fazla iddialı sanki ama yine de görüşlerinizi bekliyorum değişik kombinler için.


bu da siparişimizin en sıradanı. 2 kere giydim. yürürken toğuğu kırılacakmış hissiyatı doğuruyor. zaten ikinci giyişte içindeki leopra desenli "polar" astar yüzünden ayağım mahvoldu. çok fazla dolaşmayacaksanız, hanım hanım oturacaksanız giyin bunu. ayrıca malzemesi en dandik olan da bu. ön dikişleri acayip belirgin beyaz beyaz; hoşuma gitmedi. süet gibi değil de nasıl diyim ya kırçıllı bir kumaşı var. ama güzel ya, giyilesi en azından.

İşte böyle canlarım, gönül rahatlığıyla sipariş verin ama tavsiyem değişik modeller isteyin. misal sıradan düz bir çizme için sipariş vermeye değmez bence. hoş tabi bu benim görüşüm. ama şöyle diyeyim geçen deichmanndan bir ayakkabı aldım, süper! üstelik 39.90TL! yani aşağı yukarı bunlarla aynı fiyata denk geliyor. gözümle görüp aldım hem kafam rahat. bir dahaki siparişim için toplu girişim yapacağım. biraz sabrederseniz sizin için bile organize ederim.
başka sorusu olan? Öperins!