31 Aralık 2009 Perşembe

yılbaşı hediyeleri vol son.

aslında hepiniz için ayrı ayrı hediyeler düşündüm.
misal hesi ve lore için çok özel ve güzel bir isteğim var, yeni yılda olacağına eminim.
pinksatellite için imzalı bir lady gaga cd'si ayarladım, ga kankam olur ne de olsa.
eliza, coco ve tüm ankaraseverler için ankara esanslı oda spreyleri hazırlattım.
şimdi adını sayamadığım herkes için özel şeyler düşündüm ama ne zamanım ne de yerim var hepsini "vermek" için :)
bundan dolayı size anlamlı bir mesajla veda etmek istedim.
her ne kadar hayat'a eklenecek bir "da" eki eksik olsa da paşabahçe yaratımı bu mesaj duruma en uygunu.
hayatta en güzel "hediye".
hayat en güzel hediye.
değerini bilin!
öperins!!

yılbaşı hediyeleri vol 3.

delirapunzelciğime de yeni yılda bu max factor hediye paketini "düşündüm".
nerden aklıma geldi bilinmez ama seveceğine eminim.
ayrıca blog benim istediğimi yazarım mottosuyla hareket etmenin ucunu kaçırmama ramak kaldı.
isteyene leğen tutabilirim.

30 Aralık 2009 Çarşamba

yılbaşı hediyeleri vol 2.

hani aldığın hediyenin paketini açarken hediye verene "ayy canım ne gerek vardı, düşünmen yeterli" dersin ya.
işte öyle bir andayız noracan.
evet belki alamadım sana bu "flormar setini" ama düşündüm..
eee yeterli olan da bu değil mi cicim?
öperim!

görseliyet

yılbaşı hediyeleri vol 1.

Ne yazarlar gördüm,

en komiği bile

senin kadar güldürmedi beni.

takipçin oldum önce,

en sevdiklerimden soğudum,

rest çektim hepsine..

eğer bir gün karşılaşırsak,

ne istersin benden?

yeni yıl hakkı!

2009'a girerken içim nası kötüydü anlatamam.
böyle bir felaketler silsilesi yurdu ve dünyayı saracak,
ekonomik krizler tavan yapacak, bir meteor dünyaya çarpacak falan gibi hissetmiştim.
yanılmışım, o yıl 2012 imiş.

2010'a girerken, yaşadıklarından ders alan biri olarak hiç bir hissim yok.
içim kıpır kıpır falan da değil.
27 senedir yapmadığım gibi milli piyango bana çıkarsa nasıl deliririm konulu tezim üzerinde de çalışmıyorum.
sadece yarın işten erken çıkıp akşama istanbul'a varabilme ve akşama tıka basa yeme hayallerindeyim.

yatağa yattığım an günün muhasebesini yapmaya fırsat bulamadan uyuyakalmam gibi, yeni seneye girerken de geçmiş seneye ilşkin değerlendirme yapma adetim yok.
ama madem modayı yakından takip ediyoruz, yazalım bir kaç satır.

2009'da iş aynı, evlilik aynı.
aynı olmakla birlikte ikisi de çok güzel.
daha yaratıcı olabileceğim bir iş pek tabi daha güzel olabilirdi ancak elimizdekiyle yetiniyor ve seviniyoruz pollyanna ve ben.
gitmek istediğim yerlere gittim 2009'da..
ispanya hayal kırıklığı ama ne yalan söyleyeyim şimdi düşününce kötü de değilmiş be!
tüm yakın çevremin hayran olduğu kaş'a -antalya'da 4 sene oturmama rağmen hiç gitmediğim kaş'a- da gittim bu sene.
boşa gitmemeşim..
sonuçlarını haziran ayında doğuracak.
bir de 2009'un en önemlisi hakkı tabi.
beklemediğim bir anda gelen hakkı.
düşününce içime mutlulukla birlikte endişe saran hakkı.
alacağın olsun hakkı!
tanjevic kaç senedir tüm mağlubiyetlerin ardından "hedef 2010" demeseydi biz de 4 senedir hedef 2010 der miydik bilemiyorum.
geçen zamanda 2010 için tüm hedeflerimize ulaştığımızdan, elde bir hedefimiz yoktu, hakkı oldu iyi oldu.
ee benim de 2010 için beklentim de hakkı olsun o zaman!

hakkının coşkusuyla hepinizi yeni yıl münasebetiyle daha bir içten öpüyorum.
yeni yılda da hep hoş kalın!

25 Aralık 2009 Cuma

karpuzkaldıran

uzun zamandır aklımda çocukluğumun en güzel yıllarının geçtiği karpuzkaldıran'ı yazmak vardı.
ismini hiç duymamış biri için ne kadar da anlamsız geliyor.
oysa 4 yılını yaz-kış orda geçirmiş ben ve akranlarım için ismindeki karpuzun ya da kaldırdığı şeyin bir anlamı olduğunu sanmıyorum.
karpuzkaldıran antalya-lara'da mukim bir askeri kamp.
asker çocuğu olmanın avantajlarından biri olarak antalya'da kaldığımız 4 sene boyunca yaz kış kampta kaldık.
her sene baharla birlikte yeni gelenleri karşılar, ekimde sezonu kapatırdık.
15 günlük devrelerde yeni yeni arkadaşla edinir, demirbaş olarak çoğu gidenin ardından diskoda son gece çalan "bu gece son" şarkısı eşliğinde içlenir kimi zaman ağlardık.
8-12 yaş aralığımı orda geçirmiş olmama rağmen, çoğu kişinin halen yaşayamadığı çok şeyi yaptım ve yaşadım orada.
sözlükten holden caulfield, o kadar güzel yazmış ki, ben yazsam aynını yazarım diyerek ve affına sığınarak bundan sonrasını onun ağzından devam etmek istiyorum.
anlattıklarına ve zaman dilimine bakıldığında arkadaşım olma olasılığı yüksek olduğundan yaptığım alıntıya kızmayacağını umuyorum.

"kreplerine, karlamalarına ve snack barına, kayalıklarına, kumlarına taptığımız batı plajını, kıyıda çıkan yengeçler nedeniyle uzak durduğumuz, daha çok sükunet meraklısı yaşlıların tercih ettiği doğu plajını, her daim kalabalık olan, aradığım herşeyi bulabildiğim (marketinden kuaförüne) sahil gazinosunu, 2 yıl boyunca her akşam yemek yediğimiz, alabalıklarla dolu havuzunun etrafında saatlerimi harcadığım doğu gazinosunu, her gün saatlerce bıkmadan oynadığım ve yüzlerce arkadaş edindiğim çocuk parklarını, 90ların vazgeçilmezi olan şarkılarla beynime kazınmış olan, tahta tuhaf bir yapısı olan discoyu, çizgileri beyaz boya yerine beyaz borularla yapılmış bir futbol sahasını barındıran spor tesislerini , süper bir kendin pişir kendin ye mekanını, sabahın 4'ünde kokoreç-işkembe çorbası sefalarını, ilk sinema deneyimime home alone ile evsahipliği yapan ve bünyesinde abuk eğlenceler düzenlediğimiz açık hava sinemasını, kullanılmadığı için paten ve kaykay kaymak için mekan edindiğimiz batı gazinosunu, bütün gün görmediğim annemleri bulmak için gece saat 2'de gittiğim, koşarken tuhaf taşlarıyla defalarca dizlerimi, dirseklerimi yardığım ve alkolsüz kokteyli benim için klasik haline gelmiş, gudik heykellerle dolu antik bar'ı, iskelenin ucunda yer alan gündüz mekanı deniz bar'ı, bütün paramı yatırdığım kola makinelerini, her sabah beni uyandıran tanıdık ağustos böceklerini, yarım saatte bir anons yapan danışmadaki salak kızı, antalya içine sefer düzenleyen ringleri, semaverleri, kaşarlı tostları ve sinemada film arası olduğunda aldığımız spriteları ile uzun süre besin ihtiyacımı gideren çay bahçesini, asansörünün inip çıkmasını salaklar gibi izlediğimiz turist hoteli, futbol maçlarını, sahil boyu süren sarı salıncaklarını, mayıs ayında açıp ekimde kapadığımız deniz sezonunu, aylarca bronz tenle gezmeyi, hatta sahil gazinosunun önündeki telefon kulübelerini, kimi zaman otoparkını, ve hatta yokuşlarını, motellerini, yağmurlarını, evin camından baktığımda gördüğüm şimdi adını anımsayamadığım şelaleyi, sabahın köründe palmiyelerin zakkumların arasında servis beklemeyi deliler gibi özlediğim, istanbul'a taşındıktan sonra gittiğimde çok değişmiş bulduğum, yabancılık hissettiğim, bende 40 derece sıcaktan, nefes almamı güçleştiren, giysilerimi sürekli ıslak bırakan yoğun rutubetten ve hüzünden başka bir iz bırakamayan, ama sonraları geriye baktığımda 2 yıl boyunca bir kez bile oturup televizyon seyretmeden yaşadığım, dizimdeki kabuk olmuş her yarada bir kez daha anımsadığım, güneş yağı ve hindistan cevizi kokusunda bulduğum yerdi karpuzkaldıran.. küçüktüm, hayat daha güzeldi, televole daha yoktu, şaban torino'ya yeni gitmişti.. hey gidi hey"

24 Aralık 2009 Perşembe


hay allahım ya.
mahçubiyet denizinde sevinçlere gark oldum.
puantiyeli hediye paketi,
içinden çıkan audrey broşu ve straplez t-shirt.
soru işareti hakkı mı ayşe mi sorusuna ait.
broş banyosuyu'nun hesi'den aldığı tarifle pişirdiği süper güzel bir şey.
banyosuyu ise türünün son örneği..
santa clausum benim, teşekkür ederim ;)