21 Eylül 2010 Salı

sevgili hırsız lcv.

cumartesi günü ilk aile boyu gezimizi yapmak üzere ankara'nın tarihi ve turistik yerlerinden olan panoradaydık.biraz sonra konu değişeceğinden arada kaynayabilir bahsetmeden edemeyeceğim forever new'den çok güzel bir pardesü aldım. aslında ne varsa almak istedim. krem, pudra rengi kıyafetler, inanılmaz şık takılar, taçlar ve para cüzdanını daha önce almış olduğum güllü çantayla tam anlamıyla güncel zalim olmuş forever new.
bershka, stradivarius için kendimi artık biraz büyük hissettiğimden, aslını söylemek gerekirse çoğu ürünü de pazardan bulduğumdan forever new yeni favorim olmakta zorlanmadı.
bu arada pull&bear'ı tenzih ederim, o benim canım!
işte böyle neşe içinde paraları savururken, sevgili doorstepping sayesinde tanıştığım ve manasızca sürekli nerde olduğumu bildirme hevesi duyduğum foursquare aracılığıyla panorada olduğumu tüm twitter izleyicilerime beyan ettikten kısa bir süre sonra avivaevsigorta adlı kullanıcıdan aynen şu mesaj geldi; "gökçe hanım siz panoradayken ve bunu herkes biliyorken eviniz ne kadar güvende"?
o an filmlerdeki şişko ve gözlüklü gencin ne hissettiğini anladım; ilk önce ben ölecektim.
korku tüm bedenimi sararken gözümün önünden burma bilezikler, i-pad, mac, kasadaki değerli evraklar geçti.
iyi ki bunlara sahip değilim diye derin bir oh çektim, umursamaz tavrımla alışverişe devam ettim.
sevgili aviva, ben umursamadım ama bu nasıl bir reklam, nasıl bir pazarlama stratejisi!
korku toplumu yaratılmak istendiğinin farkına çabuk varmış olacaksınız ki hemen durumu lehinize çevirmişsiniz.
sizi kınıyorum ve laflar hazırladım.
hırsızlar 4squareden beni takip edip evime girerse sorumlusu sizsiniz, yakarım çıranızı!
hadi gidin şimdi, öperins!

kirpiklerimin gölgesi

alıp, başlayıp, yarıda bıraktığım kitapların sayısı sol el parmaklarımın sayısına ulaştığında çözüm olarak yeni bir kitap alıp ona başlıyorum.
aslına bakılırsa kısır bir döngüye dönüşmesi gereken durum, kırılma noktası yapacak kitabın bulunmasıyla çözüme kavuşuyor.
şans müziği, korkma ben varım, istanbul hatırası gibi okumaya ve bitirmeye can attığım ama nedendir bilinmez bir türlü okuyamadığım kitaplarıma beni yeniden kavuştursun diye cumartesi günkü d&r ziyaretimde, daha önce bir pazar ekinde tanıtımını okuduğum şebnem işigüzel-kirpiklerimin gölgesi'ni aldım.
11 yaşında annesini öldüren bir çocuğun hikayesi, yeni anne olmuş ve oğlu tarafından öldürülmemesi için neler yapması gerektiğini merak eden biri için ilginçti.
dün akşam başladım bu iç karartıcı, sarsıcı kitaba.
şebnemcim sen buna roman demişsin ama bu bildiğin balyoz!
45 sayfa okudum ve o kadar üzüldüm ki, kitabı geceleri değil gündüz yolculuklarım sırasında okumaya karar verdim, aksi takdirde kabus görmem içten değil.
ben ki ruhsuz olmaya meyilli biri olarak bu derece etkilendiysem kitaptan, duygusal kişiliklere asla tavsiye etmiyorum.
durduk yere işkence bünyeye zarar.
öte yandan böyle binlerce çocuk olduğu gerçeği ise kitabı unutsam bile unutamayacağım bir husus.
sevgiye muhtaç tüm çocukları, hissetmeleri umuduyla öperins!

18 Eylül 2010 Cumartesi

TGIS!

thanks god its saturday!
ne kadar acıklı değil mi; bir tuvalet kağıdı edasıyla another shitty day'e başlamak, hele ki bu gün cumartesi ise.
bütün aşıklar el ele kol kola cıvıl cıvıl geziyorken, senin ayşegül aldinç'i hatırlaman.
kim bilir kaç ay sonra giyebileceğin çiçekli basma şortunla kapalı alanlara tıkılman.
ne yalan söyleyeyim 3 ay çalışmadıktan sonra cumartesi çalışması o kadar da zoruma gitmedi, ama şimdilik!
mesai saatim biraz daha uzarsa gözyaşlarımla yanınıza döneceğim.
mucu mucu mucks!

13 Eylül 2010 Pazartesi

nascosta

normalde insan 3 ay yazmayınca kafasında bir giriş cümlesi oluşturur, onun üzerine gelişir ve mükemmel bir sonuç yazar değil mi?
evet. normali bu. belki çok düşünmekten belki de hiç düşünmemekten bugün hoşgeldim yazımıza böyle bir giriş yaptım.
en son elim karnımda, karnım burnumda bırakmıştınız beni.
bugün eli burnunda bir oğlan çocuğu ile geri döndüm size.
babası gibi planlı-programlı olacağını şimdiden söylercesine, son yazımda da belirttiğim gibi tam gününde,11 haziranda geldi ali fikret.
büyük adam olsun diye ali fikret koyduk adını.
olur mu olmaz mı bilinmez, çok da önemli değil zaten.
anneliğin mükemmeliyetinden, ne şahane bir duygu olduğundan bahsetmeyeceğim.
zaten bahsedemem kelimeler kifayetsiz kalır.
3 ay boyunca ne yaptığımı, doğum hikayemi de anlatmayacağım.
her şeyin çok kolay ve rahat olduğunu bilin yeter.
tavsiyeme uyup beni twitterdan takip edenler doğuma girene kadar neler yaşadığımı gördüler zaten.
bazıları da radyodan duydu doğurduğumu, canlı yayında.
şanslı olanlar ali fikret'i de gördü, ne şans ama!
şimdi ben, biz ankara'nın sonbaharını bekliyoruz.
yeni heyecanlar yeni yaşanımlarla.
sonbaharla birlikte ben de, bir zerrin tekindor kadını gibi hoş geldim umarım.
öperins!