7 Aralık 2011 Çarşamba

Come to my path!

Yeni Oyuncağımız.

24 Kasım 2011 Perşembe

Anasının yavrusu.


Ben böyle pozlar verdigimde bana bakıp gülmüştü.


Komik olduğumdan degil, hosuna gittiğindenmis meger. Pis taklitçi!

23 Kasım 2011 Çarşamba

öğretimin açığı kapalısı olmaz.

bendeki iştah maymunu geçti orangutan boyutuna doğru ilerliyor.
eh tabi, bu iştahın alana/yapana kadar olduğunu söylememe, maymunluktan gelmesi bakımından gerek yok sanırım.
8 senedir bitiremediğim ve bundan önce bir yazımda hevesle, afla döndüğümden bahsettiğim ceza hukuku/spor hukuku karışımı tezimden hala haber alınamıyor.
hal böyle iken, 2 aydır hafta sonlarımı işgal eden ve daha 1 ay daha işgal edecek olan spor hukuku sertifika programımın etkisiyle aöf/ spor yönetimi bölümüne başvurmam da nesi?
aslında konu şöyle gelişti; şimdi tam olarak nerde gördüğümü hatırlayamadığım, anadolu üniversitesi ikinci üniversite reklamı ardından aklıma "babam bile bitirdi, ben de başvursam ya" repliği eşliğinde ikinci üniversite düştü.
esas olarak aklımda medya ve iletişim, halkla ilişkiler gibi bölümler var iken, allah ikinci gözü de verdi ve bölümler arasında spor yönetimi bölümünü gördüm.
hemen bir kamuoyu araştırmasına girdim, sonuç: OLUMSUZ!
çalışmazsın, bitirmezsin, boşa başvurmadan başka tek aldığım olumlu cevap bana ayıp olmasın diye iş arkadaşımdan geldi, eminim.
benim fikir almalarım genelde fikrimi onaylatmak amacındadır.
bu yüzden tüm olumsuzluklara rağmen, kayıp sandığım geçici mezuniyet belgem için gazeteye zayi ilanı verdim, internet başvurumu yaptım, bu arada mezuniyet belgemi buldum, 2003 senesinde çektirdiğim fotoğrafımdan çoğlattım.
geriye sadece harcımı yatırmak kaldı.
Şu adresten anlayamadığım üzere başvuru ya bugün ya cuma son, siz de başvursanıza.
peki ne dersiniz, ben gireyim mi böyle bir işe?
aöf okuyanlar, el cevap plz, danke, mucks.
hoş kalın lütfen.



18 Kasım 2011 Cuma

sonunda bugün giydimm ama ne giydim.

"sizce moda nedir" ne kadar aptal bir soruysa "moda insanın kendine yakışanı giymesidir" de o kadar aptal bir cevap.
insanın kendine yakışanı giymesi stilidir.
moda ise yakışandan çok daha öte günün şartlarında hakim olan eğilimdir.
moda ile ilgili bir şeyler yazmıyorum diye adliyeye tayyör ile gidip geldiğimi sananlar olmasın lütfen.
ben de istemez miyim bugün ne giydim postları yapmayı.
ama bunu yapacak ne vaktim ne de beni çekecek bir fotoğrafçım var.
bugün bu işlerin üstadı, canım arkadaşım zeto ile öğlen yemeği yiyince, bu sefer fotoğraf da çekelim dedik.
allahım!
poz vermek ne kadar zor bir şeymiş.
sırf bu sebepten bile bugün ne giydim postu yapan bloggerları tebrik etmek gerek.

yukarıda görüldüğü üzere ben poz veremedim.
ilk fotoğrafta ellerimi nereye koyacağımı bilememişim, son fotoğrafta uyuyakalmışım.
çok çalışmam lazım çoook.
allahtan koçum iyi.
teşekkürler zeynepciim :)
öperins!

görseli zeto'nun bu yazısından aldım.

15 Kasım 2011 Salı

fitingen

şu aralar benimle ilgili en çok merak ettiğiniz şey verdiğim kilolar sanki.
içime öyle bir hissiyat geldi.
zaten durmadan onun hakkında konuşuyorum.
e nasıl konuşmayayım, 72.6 kilodan 58.6'ya kadar düştüm.
3 yıl daha konuşsam hakkım bence.
hoş zayıflıkTan bunalıma girmeme de az kaldı.
anoreksik davranışların yanında, görenlerin yaağni kilo da sana yakışıyordu demesi??
hatta birinin açık sözlülüğü abartıp "ayy çok zayıflamışsın ama çirkin olmuşsun" demesi??
babamın yüzün kırış kırış olmuş 3-4 kilo al demesi?
1 kilo almışım dediğim kayınvalidemin ohh iyi olmuş demesi??
bu ülkede zayıflara yer yokmuş onu anladım.
ama ben böyle mutluyum, hem de çok.
xs, 36 kavramları girdi hayatıma.
ama üşüyorum reyizzzz!
mucks!


jose maria



yine gel...

1 Kasım 2011 Salı

tunç film altan günbay sunar; seni kalbime gömdüm!

son zamanlarda sinemada çok güzel filmler izledim.
bunlardan ilki ve belki de beni en çok etkileyeni bir zamanlar anadolu'da idi.
off kurduğum cümlelere bak!
yazmaya yazmaya bir insan sıkıcı olur mu, ben olmuşum valla.
her ne ise.
"doğallığın büyüsü" olarak nitelendireceğim BZA sonrası, beni paklayacak tek film seni kalbime gömdüm olabilirdi.
türkan şoray'ın eşsiz güzelliği, cihan ünal'ın müthiş oyunculuğu yanında yan rollerdeki oyuncuların müşfik kenter, ahmet mekin, neriman köksal ve çolpan ilhan olması bile başlı başına bir izleme nedeni.
şaka la şaka!
elbet bu filmde* güzeldir ama bizim gömenimiz behzat amirim.
bu arada, arada midnight in paris'i de izledim ama rhinoceros diyemediğim ve hatta oğlanın moo box applicationına bakmadan yazamadığım için şu an ondan bahsetmeyi es geçiyorum.
Behzat Ç- seni kalbime gömdüm güzeldi, daha önce de dediğim gibi bu bahiste realite umrumda değil.
film sanatsal açıdan eksik, aceleye getirilmiş olabilir, önemli mi? hayır!
özlemiş miyiz? çok!
bir polisiye olarak da gayet başarılıydı ya da değildi, valla önemsememişim ben.
özlem gidermek değil, hasret depreştirmek oldu bu film.
allahtan 13 kasım'da yeni bölümüyle tekrar aramızda behzat amirim.
kurban bayramı sonrası pazartesi'ye hazırlayacakmış bizi, bunalıma girmeyelim diye.
bir deyişe göre ahmet uğurlu ve mine tugay ile birlikte hem de.
mine tugay'dan haz etmiyorum, o da beni sevmez zaten.
cansu dere'yi de sevmem ama filmi zevkle izledim.
yeter ki dizi başlasın da ömür gedik bile oynasın yani, o derece.
daha fazla sıkıcı olmadan bu bahsi kapatıyorum.
sanıyorum biri bana büyü yaptırmış yazamayayım diye, hemen bozdurup geliyorum.
öperins!

*dahi de'sini bile birleşik yazmışım ya la!




7 Ekim 2011 Cuma

en güzel yazılarımı bilgisayar başında olmadığım zamanlarda yazıyorum içerikli bir yazı düşünüyordum.
kah otobüste, kah duruşma beklerken, kah uyurken (evet bana oluyor) o kadar güzel şeyler yazıyorum ki.
elimde tuttuğum, rahmetlinin hatırası sayesinde -uyurkenkini saymazsak- artık kaytarabileceğim bir ortam kalmadı.
cepten de bloğa girip, fin fin yazabiliyormuşuz.
denemedim, deneyeceğim.
kitap da okudum hem.
bir zamanlar anadolu'da-yı izledim.
çağdaş italyan filmleri festivalinden 2 film yakaladım.
4squarein dediğine göre 20 plaj dolaştım.
sonbahara adapte olamadım ve sanırım şu an hasta olmaktayım.
yani yazacak çok şeyim var.
görüşelim, hoş kal!
öperins!

7 Eylül 2011 Çarşamba

yeter ki ♥ olsun.

Ben İyiyim

Ben iyiyim, gerçekten

Ben çok iyiyim, her şeye rağmen

Çünkü O, ta derinden öptü kalbimi

İyileştim ben

O, derinden gelen

Aldı götürdü beni benden.

Bıraktım kendimi

Rüzgârın, yıldızların eline

Düşünmedim olup bitenleri

Bıraktım sadece.

4 Ağustos 2011 Perşembe

ben de varım!

anne olunca insanın çocuklara karşı hassasiyeti tavan yapıyor.
öyle böyle değil.
noraashira bu maili atınca, ben de varım dedim,
umarım siz de olursunuz.
merhametli yüreklerinizden öperins!

300 ÇOCUĞUMUZA HEDİYE EDECEGİMİZ BAYRAMLIKLARLA BAYRAM SEVİNCİ YAŞATALIM...

Behçet Uz ve Ege Üniversitesi Çocuk Hastanelerinde tedavi gören çocuklarımızı sizlerin de destegiyle bayramliklarla sevindirmek istiyoruz...
Hepimiz biliyoruz ki bayramlık kıyafetlerin çocukların hayatında çok önemli bir yeri vardır, çocukluğumuzda bayramlıklarımızı başucumuza koyup uyuduğumuz zamanları hatırlayalım.
Hastanede kalan bir çocuk için bayramın ne kadar zor geçtiğini düşünelim, bu nedenle bu bayramda gelin onları biraz da biz mutlu edelim ve onlara aldığımız güzel giysilerle bayramda yalnız olmadıklarını hissettirelim...

0-18 yaş arası kız ve erkek giysileri alabilirsiniz. (Kız çocuklarına elbiseler, erkek çocuklarına şort-tişört şeklinde takımlar olabilir.) İsterseniz dilediginiz sayıda alıp asagidaki adrese göndererek bize ulastırabilirsiniz. (Yurtiçi Kargo Liman Şb. Alsancak-İzmir adresine Özlem ŞENGİR adına)
Kaç adet bayramlık alacagınızı burdan sürekli paylaşırsanız, biz de alınacak bayramlık sayısını güncelleriz, ihtiyacımız olan sayıyı, yaş ve cinsiyet grubuna göre burdan paylaşırız ki bayramlık alamayacak olan bir çocuk bile kalmasın...Hepimizin dilegi tüm hastaneye yetecek kadar bayramlığı toplayabilmek...

Ayrıca Behçet Uz Onkolojinin Servisinin aşağıdaki ihtiyaçlarına da cevap verip, yine çocuklarımızın sıkıntılarını giderebilir; zorlu hastane süreci birazcık da olsa kolaylaştırabilirsiniz:

- 30 yatak- yataklar çok kötü durumda,telleri çıkmış halde,altlarına battaniye sererek yatmak zorunda kalıyorlar.
- 12 televizyon- televizyonların hiçbiri çalışmıyor, ikinci el bile olabilir, uzun süre hastanede yataktan kalkamadıkları odalarından çıkamadıkları için tek eğlenceleri televizyon.
- Yoğun bakım odası için bir ofis tipi buzdolabı
- 12 vantilatör-ısıtıcı
- 1 çamaşır makinesi
- 30 çarşaf

Elektronik aletler ikinci el de olabilir,yeter ki bir süre de olsa çalışsın.



Hepinizin desteklerini bekliyoruz....

mutluolalim@gmail.com
www.mutluolalim.com




--

Mutlu Olalim Projesi
www.mutluolalim.com



21 Temmuz 2011 Perşembe

6 haftadır diyetteyim ve tek kaybettiğim 5 kilo.

bu minvalde bir başlığı 3-4 ay önce de atmış, yazımda diyetisyen mi, ispanyolca kursu mu diye sormuştum.
çoğunluk ispanyolca deyince, diyetisyene gitmekten vazgeçip ispanyolca da öğrenmedim.
madem uygulamayacaksın, neden soruyorsun?
böyle de bir insanım işte.
günler günleri, yağlar yağları kovalarken artık zayıf olma hissiyatım da tavan yapınca diyetisyene gitmeye karar verdim.
"hola" diyebilmek şu an için bana yeterliydi ne de olsa.
diyetisyen arama gibi bir serüvenim olmadı, zeto'nun önerisiyle sinem kolbakır'ın o süper ofisine adım attım.
benim gizlim saklım yok,
hele ki kilolarımla ilgili hiçbir çekincem yok.
ilk sinem'e gittiğimde 70 kilo çektim, bunun 21 kilosu yağdı üstelik.
bana testlerini yaptır öyle gel dedi, testleri yaptırıp 3 gün sonra gittiğimde ise ilk tartı kilom kayıtlara geçti; 69,3!
diyet listemi aldım, liste süperdi 2 saat arayla durmaksızın yiyordum.
bir öğünde halley bile vardı.
bu listeyle, 3 hafta üst üste 1.1 kg vermeyi başardım.
son hafta biraz durma oldu ama ilk ayım bittiğinde 65,3 kiloydum.
sonra kınaydı, düğündü, derken sadece 300 gr verebilmişim.
olsun dedik iyi bile.
ama bu hafta gittiğimde 65,6 kilo olduğumu duyunca şokingen oldum
yağdan vermişim ama vücudumda 1,5 kg kadar fazla su varmış, normalde 64,2 falansın dedi sinem.
deve olsam bu kadar tutarım herhalde.
pms gibi durumlara da 3-4 gün var.
bu durumu gülşahcım, " undefined period syndrome UPS" olarak tanımladı, ben de bayıldım.
sinem'i 2 hafta görmeyeceğim.
bu iki haftada uygulamam için bana 3 günlük ayrı bir diyet listesi hazırladı.
vücuduma protein yükleyerek dengeyi bozacakmışız.
bugün o şok diyetin ilk günü ve ben açlıktan ölüyorum!
normal zaman diyetimde ne kadar da çok yiyormuşum meğer ya!
tek tesellim bu diyeti 3 gün üst üste değil, 2 hafta içinde herhangi 3 günde yapacak olmam.
diyete başladığımdan beri ilk kez kendimi rejimde hissediyorum
umarım 2 ağustos'ta 62'leri görürüm de sinem'in hedefine ulaşırız.
benim hedefim 59.
59,9 bile olsa razıyım yani :)
size sinem'den uzun uzun bahsedecektim ama zeynep zaten yazmış; işte sinem.
ankara'da diyetisyen arayanlara şiddetle tavsiye ederim.
önce onu sonra sizi öperim!
hoş kalın.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

bir doğumgünü yazısı.

dün benim doğumgünümdü.
30'dan gün almaya başladım.
yavaş ya da hızlı,
aldığım günleri güzel bir yerde biriktirmeye kararlıyım.
20'li yaşların sonu, gençliğin sonu,olgunluğa adım.
güzel.
ne farkı var 16 temmuz'la, 17 temmuz'un,
yüklediğin anlamlar, değerler olmasa?
mesela ben her 17 temmuz'da ağlarım.
yanlış anlaşılmasın yaş aldığım için yaş dökmüyorum,
muhakkak ağlayacak bir şey bulduğumdan,
yaz çocuğu olmayı deli gibi sevmeme rağmen, yaz çocukluğunun yalnız doğumgünü psikolojisinden herhalde.
-dönüp dolaşıp her şeyi "yengeç" olmaya bağlıyorum ama- belki de sevgi arsızlığımdan.
pasta istemedim, ama pastam olmasaydı da ağlayacağımı bilen canım kocam ve kardeşim sayesinde en sevdiğim muzlu-çikolatalı pastam vardı.
yine de üzülecek bir şey buldum, sosyal medyaya lanet okudum.
seneye doğumgünümde facebook duvarımı kapatma kararı aldım, bakalım o zaman n'apacaksınız diyerek.
kalbim kırıldı.
sonra bir'ine baktım, diğeri'ne sarıldım, içimi mutluluk kapladı.
ohhh be dedim iyi ki doğmuşum!



6 Temmuz 2011 Çarşamba

itiraf

kıskanç olarak, dört kez acı çekerim:
kıskanç olduğum için,
kıskançlığımdan dolayı kendimi suçladığım için,
kıskançlığımın ötekini incitmesinden korktuğum için,
bir bayağılığın beni tutsak etmesine boyun eğdiğim için: dışarıda bırakıldığım, saldırgan olduğum, deli olduğum ve sıradan olduğum için acı çekerim.

roland barthes


öptümmm

şu sıralar kafayı sezen aksu ile kafayı bozmuş durumdayım.
çılgınca dinliyor, dinliyor dinliyorum.
sayım ne güzel bir şiir, öptüm ne güzel bir şarkıdır allahım!
cemal süreya nur içinde yatsın, sezen aksu çok yaşasın;
kasığından öptümm desin yumuşak yumuşak.


ay isiginda oturuyorduk
bileginden optum seni

sonra ayakta optum
dudagindan optum seni

kapi araliginda optum
solugundan optum seni

bahcede cocuklar vardi
cocugundan optum seni

evime goturdum yastigimda
kasigindan optum seni

baska evlerde karsilastik
iliginden optum seni

en sonunda caddelere cikardim
kaynagindan optum seni

7 Haziran 2011 Salı

sana karşı ince bir sitem içindeyim.

bir daha dünyaya gelsem yine yengeç burcu olmak isterim.
sanki çok matah bir burçmuş gibi.
ama sanki bir kadına en çok yakışan burçmuş gibi.
sevgiye açlığımı da bu astrolojik olaya bağlıyorum,
sevilmediğime değil.
beni sevmelisin,
zaten seviyorsan iki kere sevmelisin.
sevgide tezahürat isterim.
üçlü çektir;
1-2-3!
sev beni, sev beni,
lalylaylaylaylaylaylay ooo sev beni.
kırma, alınırım, anlamazsın.
hemen affederim ama, şaşırırsın.
bazen sana karşı ince bir sitem içine girer,
bazen okkalı bir küfür ederim.
ama severim.
çok severim.
o kadar çok severim ki,
gözlerin dolar,
gözlerim dolar.
saygılar!

2 Haziran 2011 Perşembe

eminebederleşenler

bu emine beder türban'larının türkiye'de moda olma ihtimali?
pardon emine S beder türbanlarının.

pari'

sanıyorum ben yakın bir zamanda olmasa da kesin bir zamanda paris'e gidiyorum

inanın rüya değil gerçek.

31 Mayıs 2011 Salı

ayıpçı

okumayı bıraktığım zamanlarla yazmayı bıraktığım zamanlar hemen hemen hep aynı zamana denk geliyor.
bundan da çıkarıyorum ki, kitap okumak ruhumun beslenmesinde çok önemli bir etken.
alakalı alakasız, cümlenin içinden yakaladığın bir kelime seni alıp nerelere nerelere götürüyor.
ardından da oturup yazıyorsun.
aynı şey sinema için de geçerli.
ilham alman için tüm duyuların açık film izlerken.
ruhunun açlığını bol kepçe dolduran unsurlardan epeydir uzağım.
en son bir kaç ay önce yeşil peri gecesi'ni bitirdim ayfer tunç'tan,
kapak kızı'nın hemen ardından.
evet belki biraz "dizi film estetiğine" sahipti he ikisi de,
ama güzeldi, etkileyiciydi.
kapağı kapattım, kaldım.
o günden beri de kitap okumuyorum.
filedelfiya hikayeleri-yeşim erdem bana yarenlik ediyor, çantamda benimle her yere gelerek.
umutluyum yakında başlayacağım.
böyle kitaplarla ilgili yazınca aklıma bir şey geldi ama yazılmaz, ayıp.
biz ayıpçılık yapmayalım, daha çok okuyalım daha çok yazalım.
öperins!

4 Mayıs 2011 Çarşamba

yazara övgü

nasıl ki aldığım çoğu moda dergisinin sadece resimlerine baktığımı fark ettiğimde almayı bıraktım,
bloğun bünyemdeki algılanışında sadece görsellik yer almaya başladığında da bloğu bırakmak geldi içimden, yazmamak.
yazmadım, resimlere baktım.
sonra düşündüm, hiç fena yazmadığım geldi aklıma.
bunu bırakayım da başkaları söylemesin,
ben söyleyeyim.
ama en sadık izleyicim kendim olduğum hesaba katılsın,
dönüp dönüp yazdıklarımı tekrar okuduğum da.
yazar derken altında edebi anlamlar aramayalım ama.
bir ayşe arman, bir ayşe özyılmazel ne kadar yazarsa ben de o kadar yazarım.
belki biraz daha iyi.
adım ayşe olmasa da.
ama ben bugün fark ettim ki yazılarımı okumayı özlemişim.
yazmayı değil ve fakat okumayı.
bu sebepledir ki, ne kadar işim olursa olsun yazacağım.
kimse okumasa bile kendim için.
göbeğime de ayşe derim belki.
öperins!

8 Nisan 2011 Cuma

blogspot versus tumblr

a-aa blog, benim bloğum, canımm.
unutmadım aslında,
her gün giriyorum, okuyorum mütemadiyen
ancak yazmak içimden gelmiyor diyebileceğim kadar bile aklıma yazmak gelmiyor.
gelmiyordu daha doğrusu.
ve yıllardır yazmadığımı o an farkettim.
nerdesin derseniz, ben artık tumblr'da takılıyorum.
anlamam, çözmem uzun süre aldı gerçi.
hatta o ara epey de sövmüştüm kendisine.
ancak tadına bir kez varınca hem de pratikliğini görünce, blogspotun pabucunu dama attım.
gelirseniz http://allegrande.tumblr.com/adresinde ikamet etmekteyim.
şakalar, espriler, resimler, yorumlar, siyasi mesajlar.
"ne ararsan var abicim"ci bir blog orası.
burası eş, orası metres gibi yani.
bilmem anlatabiliyo muyuMG?
öperins!
hırsızlara ölüm!

14 Mart 2011 Pazartesi

vee kazanan!

66. yorum sahibi mente mente.
saati de ekrana sığdırmaya çalıştığım için fotoğraf bi abuk oldu ama bizde her şey şeffaf, eheheh :)
neyse menteciğim, blog zulmünden bloga girip de bunu görebilirsen ve bana mail atarsan ayrıntıları konuşuruz ;)
geri kalanları da öperins!

HEDİYEE!

başıma bir iş gelmezse 10:00'da çekilişi yapacağım inşallah, dinim, amin!

2 Mart 2011 Çarşamba

sesimi duyan var mııı!

bu yazı kimler bloggera girebiliyor bilmek amacıyla yazılmıştır.
burda olanlar bir "hey" diyebilir mi acaba?


*foto gutu'dan.

24 Şubat 2011 Perşembe

present perfectt!

artık adımın hediye olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
bilmiyor idiyseniz de öğrendiniz, memnun oldum.
bu konuda çok espri yapıldı, hatta cem yılmaz bile bir fotografıMın arkasını imzalarken "hediye'ye hediye" yazmış.
en iyisi bu kadar komik yani.
her ne ise, 300. izleyici muhabbetini 3-4 post öncesinden hatırlarsınız.
o zaman söz verdim bir şeyler takdim edeceğim diye.
düşündüm taşındım, madem bloggerlara hediye vereceğim, hediye yine bloggerlardan olsun dedim.
bu sebeple yaptıklarını çok beğendiğim iki bloggerdan ürünlerinden hediye edip edemeyeceğimi sordum, sağolsun ikisi de olumlu cevap verdi.


size sunacağım hediyelerden ilki, nazo'ya ait.
nazo'cum malumunuz keçelerin prensesi. :)
daha önce bir çok ürününü aldım ve seve seve kullanıyorum.
benim için düşündüğü ödülse yok.
ahaha yani nazo'nun BU ve/veya BU adreslerindeki ürünlerinden İSTEDİĞİNİZ birini seçeceksiniz, ben size hediye edeceğim.
misal bu broş benim favorilerimden ve kot ceketimin ayrılmaz parçası.
seçim size kalmış.





ikinci hediye ise ankara'nın en yaratıcı bloggerlarından zeto'dan geliyor.
zeto'nun yapmış olduğu BU papyon kolyelerden yine SİZİN SEÇECEĞİNİZ bir tanesini hediye edeceğim.
benim tally weijl'den almış olduğum bir siyah papyon kolyem var ama zeto'nunkiler kadar güzel ve gösterişli değil.
bu sayede bir adet de kendime hediye edeceğim :))

hediyelerim el emeği göz nuru.
o yüzden bence çok değerliler.
hediyelerin ikisi de bir kişiye gidecek.
güzel bir kutu alıp içinde yollayacağım.
bunlar yetmez diyorsanız açıkça söyleyin, birkaç bir şey daha düşüneyim.
%100 izleyici memnuniyeti esas bu blogda.
katılmak için tek şart bu posta YORUM yazmak.
ee tabi bu hediyeler 300. izleyici şerefine verildiğinden izleyiciler de 300 olsun lütfen.
rezil olmayalım.
ben bikaç tanıdıkla konuştum onlar blogda bahsedecekler, siz dert etmeyin.
ama çok açık söylüyorum 5 kişi katılırsa kapatırım bu blogu!!!
son gün de olsun 11.03 olsun.
eh ben söyleyeceğimi söyledim, gerisi size kalmış.
sevgiler, saygılar,
öperins!

j. franco ile 127 saat.

ay aman ergen genç kızlar gibi sürekli adam fotosu paylaşıyorum ben.
30'a yaklaştığımdan miki?
sanmam.
mehmet günsür fotoğrafı da koyarsam, işte o zaman psikiyatra haber verin ama.
ben dün sinemaya gittim.
önemli bir şey başarmış gibi söylemiyorum,
zira bıdışım 8.30 gibi uyuduğundan tüm 9-9.15 seansları bizim.
hey gidi oscar öncesi tüm filmleri izleme günlerim.
bahanem oğlan değil, iş-güç biraz da tembellik.
bu sene çok ama çok zayıfım, black swan ve 127 saat dışında hiç birisini izleyemedim.
biutiful'u bile!!
şimdi 127 saatten bahsedeceğim ama ben tabula rasa olarak gittim filme ve acayip etkilendim.
bu sebeple konuya girmeyeceğim.
danny boyle'u severim.
renkleri, müzikleri kullanışı fantastiş.
tek oyuncuyla, sınırlı mekanda 95 dakika, hem de hiç sıkılmadan.
bunda james franco'nun müthiş oyunculuğunun etkisi yadsınamaz.
müstehzi gülümsemelerinizi görebiliyorum.
noraashira ile james franco için kavga etmiştik, ilk ben keşfettim diye.
ben onun yandaki çocukluğunu bilirim, taa freaks&geeks'ten.
sorun keşfetme meselesi de değil aslında.
adam güzel, bazı bazı sevimli, kısmen asi falan filan.
yani sevip, beğenmememiz için hiç bir sebep yok.
ha önce ha sonra.
bence milk'te de süperdi misal.
bu sene oscar'ı da sunuyor, bir de ödülü alırsa çok memnun olurum.
ay ne çok konuştum ya, duyan da bi şey var sanacak.
hadi öptüm.

19 Şubat 2011 Cumartesi

erdal b.

bu burun doğal mı yapma mı?
acele cevap bekliyorum!
öperins!

11 Şubat 2011 Cuma

testosteron sorunu!

aslında şu tecavüzcüleri hadım etme konusunda epey bir şey yazasım var.
bir hukukçu olarak,
bir çok kez tacizci/tecavücülerle karşılaşmış biri olarak,
ve hatta minicik kızlara taciz edenleri görmüş biri olarak.
şahsıma yapılan sözlü tacizlerden bile bu derece etkileniyorken, o küçücük kalplerin, ruhlarının ne denli hasara uğradığını tahmin bile edemiyorum.
hayatım boyunca hep adil oldum, elimden geldiğince tabi.
antep fıstıklarının bile sayılarak pay edildiği bir evde büyüdüğümden belki de.
akabinde seçtiğim- daha doğrusu beni seçen- mesleğim de adil olmamı gerektirdi.
hal böyle iken tüm objektivitem dahilinde tacizci bile olsa bir insanın hadım edilmesini insan haklarına aykırı buluyorum.
belki çoğunuz aksi görüştesiniz; sapık belasını bulsun diyorsunuz.
kavram karmaşası burada ortaya çıkıyor; cezasını bulmasını elbet ben de istiyorum.
misal infaz kanunları sayesinde 5 sene hapiste yatıp, çıkmasın istiyorum.
cezaevlerinin, girenin "dayı" olma hayali kurduğu, özenilecek yerler olmamasını istiyorum.
adalet sisteminde o kadar eksiklik varken, sadece birilerinin testosteronunu azaltmak neyi kurtaracak onu bilmek istiyorum.
ve iki gün sonra hırsızlık yapanın kolunun kesilmesini içeren düzenlemenin gelmeyeceğini bana kim garanti edecek bilmek istiyorum!
öperins!

10 Şubat 2011 Perşembe

bir matraş vakası

aslında matraş'a girdiğimde aklımda böyle bir bot almak yoktu.
henüz nr 39 çizmelerimi almamış olduğumdan, siyah, yuvarlak burunlu ama illa ki ağzı bol bir çizme bakıyordum.
o sırada bir kızın bu botun siyahını denediğini gördüm, hatta denedi ve direk alıp, giydi.
her neyse uzatmayayım ben de bu rengini beğendim, ne aradığımı/ne bulduğumu umursamadan aldım.
ne kadar zor giyildiğine aldırmadan, geçirdim ayağıma istanbul'a gittim.
sabah evden çıkarken bi baktım hafif tozlanmış.
siz ayakkabınız tozlanınca ne yaparsınız? tabi ki yağlı süngerle sildim.
fakat o da ne! botun ön kısmında gördüğünüz siyah boya, olduğu gibi botun üstüne yayıldı!
normalde olayı abartıp ağlama raddesine gelebilen ben olayı oldukça sakin karşıladım nedense.
istinye park/matraş'a gidip meramımı anlattığımda; böyle bir şeyle ilk defa karşılaştıklarını, ayakkabıyı bırakırsam fabrikaya yollayabileceklerini söylediler.
pek tabi ki teşekkür edip, ankara'da aldığım yer olan tunalı/matraş'ta halledeceğimi söyledim.
sonra tunalı/matraş'a gitme, aynı serüven, ayakkabının fabrikaya gitmesi.
ve bot fabrikadan döndü, cevap şok!
yapacak bir şeyleri olmadığını, ayakkabının yağlı deri olduğunu ve süngerdeki yağı emdiğini söylediler.
botu yeni alıyorum, azımsanmayacak bir para veriyorum, alırken bir uyarı yapılmıyor, her normal insan gibi süngerle siliyorum ve ayakkabı *booom* elimde patlıyor.
tüketici hakem heyetine başvuracağımı söyledim, koordinatörleriyle konuştular "başvursun yapacak bir şey yok" demiş.
cihan, müşteri hizmetlerini aradı; döneceğiz dediler, dönmediler.
tam da botu alıp, tüketici hakem heyetine gitmeye hazırlanırken, matraş/tunalı'dan dönüş yaptılar.
sağolsunlar tüm çalışanların kişisel gayretleriyle botun değiştirilmesini sağlamışlar.
bu botun ıslak süngerle silinmemesi gerektiğini kendilerinin de bilmediğini söylediler.
gittim yep yenisini aldım.
şimdi yalayarak temizliyorum, ahahah tamam iğrençleşmeyeceğim.
velhasıl kelam bunu anlatıyorum ki ayakkabı alırken nasıl bakım yapılacağını muhakkak sorun.
benim gibi şanslı ve ilgili çalışanlara sahip değilseniz, lekeli ayakkabı ile kalırsınız ortada.
bu vesile ile matraş/tunalı çalışanlarına bir kez daha teşekkür ediyorum.
hani okumazlar da olsun.
öperins!

31 Ocak 2011 Pazartesi

ah muhsin ünlü/resulullah/alper canıgüz

sırf içinde dinsel öğeler geçiyor diye
bu şiiri sevenler de olabilir,
sırf dinsel öğeler geçiyor diye
sevmeyenler de.
umrumda değil.
ben şiiri sevdim,
alper canıgüz düzenlemesini de.
paylaştım.
zevkle.
okuyunuz.

ah muhsin ünlü vs. resulullah ("resulullah ile benim aramdaki farklar" şiiri)
resulullah süper bir insandı,
ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebu bekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya sıddık’ derdi,
ben yolda ebu bekir’i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
resulullah azrail’i yolda görse tanırdı;
ben azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah’ın resulü;
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?
resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’;
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz
resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…
resulullah çok şanslı bir insan annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir,
filmlerim iş yapmaz.
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince verse de ben alsam onu,
içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.

alper cangüz vs. ah muhsin ünlü
ah muhsin ünlü süper bir insandır,
ben o kadar değilim
ah muhsin ünlü yolda ebu bekir’i görse ‘es selamu aleyküm’ derdi,
ben yolda ebubekir’i görsem korkudan altıma sıçarım.
ah muhsin ünlü asla yalan söylemez;
ben annem beni döverken hiç ağlamadım.
ben annem beni döverken çok ağladım çünkü annem gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
ah muhsin ünlü, azrail’i yolda görse selam verirdi;
ben azrail’i babamın yanında görmüştüm,
bir çift laf edebilseydim ona
derdim ki hayatta ben en çok babamı sevdim.
ah muhsin ünlü olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki,
‘anam babam ben de isterim yüzümde güller açsın,
fakat şu koca yumru boğazımı düğümlüyor, bir şeyler yapamaz mıyız?’
ah muhsin ünlü orada olsaydı annemin elini tutardı ve derdi ki ‘kızım bu ne gayret!’
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben öldürürüm’;
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.
ah muhsin ünlü o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm nefretten çıldıracaktım ama annem elini çekti.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının gururundan eser bırakmıyor ne tuhaf…
ah muhsin ünlü çok şanslı bir insanannesi öldüğünde o kocaman bir adamdı;
benim annem öldüğünde ben küçücüktüm,
zaten şanslı birisi de değilimdir; kitaplara inanmam.
annem çoktan öldü bu ayşe kadını o pişirmiş olamaz!
olamaz dedim annem nefes alıp vermeye devam edince
verse de ben almam onu, içim ferahlamaz,
siz de görseniz annem tutsa elimden birlikte geçsek çölü
nasıl olsa annem de ölü ben de ölü.

21 Ocak 2011 Cuma

bump

i-phone'un bir gün bizi ele geçireceğine inanan bir kocam var.
o abartıyor.
ama her geçen gün çıkan yeni uygulamalarıyla bizi bizden alıyor bu küçük elma.
en çok girdiği uygulamalar; echofon, facebook ve instagram olan benim için bile oldukça işlevsel.
kullanmasam bile orda olmasından mutluluk duyduğum bir çok uygulama mevcut.
bunlardan sonuncusu bump.
bluetooth'u olmadığı için eleştirilen iphone'da telefonlar arası nakil vasıtası.
uygulamayı açıp iphoneları birbirine michelle ve barack'ın nazik elleri gibi tokuşturunca iphonelar arası fotoğraf, müzik, video gibi bilgi alışverişi yapabiliyorsunuz.
şaka gibi ama evet, deli gibi telefon tokuşturup bluetooth sorununu çözmüş oluyorsunuz.
bump'ı deneyin ama gücünüzü denemeyin, kırılır falan benden bulrusunuz soora.
öperins!

20 Ocak 2011 Perşembe

çalmanın bu kadarı!

geçen hediyelerle ilgili post yazarken noraashiracığımın BU yazısını okumamıştım.
ama okumuş gibi olmuşum ki neredeyse aynıNı yazmışım!
bunun tek nedeni; nora'nın artık yazılarına http://noraashira.blogspot.com/ adresinden devam ettiğini atlamış olmam.
değiştirmeyenler değiştirsin, benim gibi rezil olmasın stop.
hop çiki bom bom mucks!

19 Ocak 2011 Çarşamba

ahmet kurtcebe alptemoçin

sevgili -bi kısım- bloggerlar,
neden siz böylesiniz?
neden görsellik ön planda?
gazetelerin, dergilerin sadece resimlerine mi bakıyorsunuz acaba?
neden yazanla değil de giyenle, takanla ilgileniyorsunuz?
neden ha, neden?

if i fall in love, sun above me love!

bir oi va voi konserimizin daha sonuna geldik.
ilk kez gidilen bir konser için söylenecek laf değil ama son olmaması adına böyle bir giriş yaptım.
ss(sınırlı sosyal) hayat koop. dahilinde oi va voi ankara'ya, ayağımızın dibine gelmişken kaçırmak olmaz dedik.
yalan ya, böyle bir şey demedik; duyunca gidip bileti aldım, cihan'la aramızda da buna ilişkin bir sohbet geçmedi.
zira cihan dünkü konsere kadar oi va voi'den bihaberdi.
ama bu konserde "moonlight, mooonlight" ve "just another refugee" diye bağırmasına engel olmadı.
solist ve kemancı arkadaşlar değişmiş.
hintli kemancıyı pek sempatik bulduğumu söyleyemeyeceğim, ama genel bir nedeni yok benim hintlilerle yaşadığım özel problemle alakalı.
solist, -fotoğrafta karanlıklar içinde görünmeyen siyahi-oldukça başarılıydı; sesi güzel, hareketli ve en önemlisi güzel bacak ve yüze sahipti. (en önemlisi?!?!?)
yanımdaki ergenin de dediği gibi "gördüğüm en güzel zenci la bu"
sonra efenime söyleyeyim eski-yeni belki de konumu itibariyle (sakarya caddesi) üniversite öğrencileri ile doluydu.
bir arkadaşım "bitliler" diye niteliyor ancak o kadar burjuva olmadığımdan "bizim çocuklar"demekle yetiniyorum.
konserin 2 gün olması, beklediğim kalabalığı azaltmış; dıbışık bir ortam olmadığından rahatça zıplayıp, hoplayabildim.
neticeten güzel bir konserdi.
bloga istanbul'dan katılanlar için bugün ve yarın istanbul'da olduklarını söyleyebilirim ama bilet kalamdığını duyduğumu da eklerim ki erol taş gülüşü yapabileyim.
NİHAHAHAHAHHAHA!
öperins!

hamiş: hediyeler aklımda korkmayınızgi.

15 Ocak 2011 Cumartesi

hediyeden hediye beğen

sevgili pındıkaaslarım,
bir önceki postum tamemen şaka mahiyeinde yazılmış idi.
ama bakıyorum ki benden gelecek bir hediye paketini dört gözle bekliyor imişsiniz.
ee madem ben de bugün biraz alışveriş yapıp, size hoş bir paket hazırlayayım.
sonra da bunu self-ad olarak kullanırım, evet yaparım bunu.
pakete özel bir isteği olan?
öperins!

14 Ocak 2011 Cuma

üçyüzbeşyüzüçyüzbeşyüz

100 geçti 200 geçti, gelenleri boş yolladım.
300. izleyici için özel bir şeyler yapayım dedim ve sürpriz bir hediye paketi hazırladım.
hediye paketinin içeriğini şimdi açıklamıyorum ama sizi temin ederim pek bi şeker, en az pegasus çocuk paketi kadar dolu dolu.
peki bu hediye paketini kazanmak için ne yapmalısınız?
*öncelikle izleyicim olmanız ve bunu her ortamda dile getirmeniz gerekiyor. (facebook,twitter,tumbrl, instagram, blogger, sms, mms, dolmuşta yanda oturan teyze, damacanayla su getiren oğlan )
*bu posta yorum bırakın ve beni övün, ne kadar zeki olduğumdan bahsedin.
*veee tabi ki ne yapın edin, 300. izleyici olun.
ahahahahah hiç güleceğim yoktu.
öperins!

12 Ocak 2011 Çarşamba

btw

aaa ben size bunlardan bahsetmemiştim değil mi?
yola çıkmışlar, çin seddini aşıyorlarmış an itibariyle.
o zaman serdar ortaç'tan gelsin;
"kafayı yormam, sonuna bakmam, ben adam olmaaağm!"


11 Ocak 2011 Salı

cuma-cumartesi-pazar gününü kapsayan istanbul seyahatim dopdolu geçti.
niyetim uzun bir postta hepsini yazmak.
ama özetle bu geziye dair,
en büyük hayal kırıklıklarım;
1-h&m
2-terkos
3-ladurée makaronlar
en büyük mutluluklarım;
1-frida&diego
2-banyosuyu&hesionka&loreathan
3-arnavutköy&bebek

a tra poco...
baci baci baci!

5 Ocak 2011 Çarşamba

ottoman bugs.

bunlar bahadır baruter'in tasarlamış olduğu "ottoman bugs" isimli iskambil destesinden bir kuple.
fikrin toplumsal tepki boyutuyla ilgilenmediğimden, sadece böcekleri mide bulandırıcı bulduğumu söyleyebilirim.
değişik bir fikirdir nihayetinde, tebrik etmek lazım.
kartların devamı burda.
ottoman demişken, aşk-ı derundan bahsetmeden olmayacak herhalde.
hele ki bu akşamdan sonra, tüm sanal alemin bundan bahsedeceğine eminim.
diziyi twitterdan bile izleyebileceğimi sanıyorum.
kanuni'ye dair söyleyecek çok lafım var aslında.
suleiman the magnificient'a dair.
ağzına kadar dolu imparatorluk hazinesinin, 46 yılda tam takır kuru bakır olması,
koca devletin en yüksek seviyeden, duraklama devrine girmesi,
cidden muhteşemliği gerektirecek hareketler.
yaratılışındaki tek muhteşemlik yavuz'un oğlu olması belki de.
yavuz muhteşem olduğundan değil, ardında muhteşem bir ganimet bıraktığından.
diziyi izlemek istiyorum, "şüphe" den çok daha ilginç olduğu aşikar.
kanuni'ye ne açıdan baktıklarını da merak ediyorum aslında,
anladığım kadarıyla "hürrem"ce izleyeceğiz.
show tv bu sefer bir diziyi tutturacak galiba,
bekleyelims, görelims, öperins!

kuki a+

sevimlilik kumkuması sevgili Bahar, bu yazısında 100. izleyicisine bir kutu kurabiye göndereceğini yazmıştı.
ben de üşenmedim saydım, "18. izleyicin olarak suçum ne" dedim tüm yüzsüzlüğümle.
baharcım da üşenmemiş, bana bu kurabiyeleri yapmış.
güzelce kutulamış, dün de bana postalamış.
ofiste kargo poşetini açıp, kutunun kapağını kaldırmamla kurabiyelerin bitmesi arasında geçen süreye "an" deniyor.
o hengamede zar zor cihan'a bir adet ayırdım, böyle de beyime düşkünümdür.
yediğim en güzel kurabiyeydi desem, belki alınanlar olabilir ama öyleydi.
meraklısı için tarifi burda.
siz de yapın, sonra bana yollayın; test edeyim bakayım olmuş mu.
hepinizi öperins, ama bugün en çok bahar'ı !