9 Mart 2025 Pazar

 

8 Mart: Mücadelemiz, Birlikteliğimiz, Vazgeçmeyişimiz

8 Mart. Günlerden yine kadınların hakları, emeği, sesi, direnci… Ama aslında her gün böyle olmalı, değil mi? Çünkü biz sadece bir gün değil, her gün bu mücadeleyi veriyoruz. İş yerinde, sokakta, evde, mahkemede, mecliste, meydanlarda… Varlığımızı, hakkımızı, sesimizi savunmaya devam ediyoruz.

8 Mart, kutlanacak bir gün mü, yoksa hatırlanacak mı? Her yıl bu soruyu soruyorum kendime. Sonra aklıma şu geliyor: Kutlama kelimesi bize biraz uzak düşse de, birlikteliğimizi, dayanışmamızı ve elde ettiğimiz her kazanımı sahiplenmek için bir araya gelmek güzel. Ama en çok da unutulmaması gerekenleri hatırlamak için önemli. Çünkü tarih, kadınların mücadelesiyle yazılıyor.

Bir avukat olarak, kadınların yaşadığı adaletsizliklere en yakından şahit oluyorum. İş yerinde mobbing, cinsel taciz, eşit işe eşit ücretin hâlâ hayal olması, şiddete uğrayan kadınların adalet sisteminde yaşadığı zorluklar… Bunlar sadece bazıları. Ama umutsuz değilim. Çünkü her gün adliye koridorlarında, meslektaşlarımla ve müvekkillerimle birlikte hak arıyoruz. Ve kadınlar haklarını öğrendikçe, seslerini yükselttikçe, güçlendikçe değişim kaçınılmaz oluyor.



Bu yıl da, 8 Mart’ta kadın haklarını konuştuğumuz, dayanışmayı büyüttüğümüz bir sene oldu. Hukuk bizim elimizdeki en güçlü araçlardan biri ve onu kullanmayı bilmeliyiz. Haklarımız var ve bunları istemek, talep etmek, almak zorundayız.

Bugün kendimize bir söz verelim: Vazgeçmeyeceğiz. Birbirimize omuz vermekten, haklarımızı savunmaktan, değişim yaratmaktan geri durmayacağız. Çünkü biliyoruz ki, biz olmadan bu dünya eksik.

8 Mart sadece bir gün değil, bir mücadele. Ve biz buradayız!

8 Mart 2025 Cumartesi

Klavyenin Tozunu Alıp Geldim

Bazı özlemler vardır ki insana kendini tuhaf hissettirir. Mesela eski sevgiliyi özlersin, gider bir şarkıya sığınırsın, sokak arasında sigara içer gibi düşünürsün falan. Ama yazmayı özlemek… O başka bir şey. Sanki kalemin küsmüş de sen onu uzun zaman önce bir kahve buluşmasına çağırmışsın ama gitmemişsin gibi bir his. Şimdi kapının önünde duruyor, kaşlarını çatıp “Neredeydin sen bunca zaman?” diye soruyor.


Yazmak, biraz eski bir dost gibidir bir yandan. Önce soğuk bir merhaba dersin, sonra iki kelime derken bir bakmışsın, sabaha kadar anlatmışsın. Ama işin kötüsü, bu dost küser. Bekler, bekler, bekler… Sonra bir gün, sen tam ona sarılacakken “Önce bir kendini affettir bakalım” der.


Şimdi tam o aşamadayım işte. Kalem elimde, klavye önümde, ama kelimeler naz yapıyor. Bir nevi yazıyla flört etmeye çalışıyorum ama o bana “Hemen cümle kuramazsın, biraz mahcup ol bakalım” diyor. 


O yüzden buradayım. Klavyenin başında, eski dostumla yeniden tanışıyormuş gibi. Virginia Woolf’un dediği gibi, kelimeler bir nehir gibi akmalı. Ben de o nehrin kenarında fazla oyalanmışım galiba. Artık suya adım atmanın vakti geldi. Küçük bir “merhaba” bile büyük bir adımdır, değil mi? 


İnsanlık için küçük benim için kocaman bir Merhaba!