16 Nisan 2009 Perşembe

altın portakal; bir sanatçı masalı!

türk sinemasını, film adı olarak yaratıcılıkta sınırsız ama konu ve teknikte bir birinin tekrarı olan 70'ler seks furyasının haricinde çok severim.
aslında söz konusu dönem hakkındaki düşüncelerimi sevgi miktarı baz alınarak değerlendirmemek lazım.
zira o dönemi ilişkin tek bir film bile izlemişliğim yok.
kulaksal duygunluk ile tanışık olduğum "kokla beni melahat" "ayıkla beni hüsnü" hoş bir gülümseme yaratsa da yeşilçamın sonunun başlangıcı ve hatta bizzat sonu oldukları gerçeği karşısında sinirlenmeden edemiyorum.

aklımın ermeye başladığı çağlarda, türk sineması sinema salonlarından çok çok uzaktaydı.
sinemada izlediğim ilk türk filmi istanbul kanatlarımın altında desem sanıyorum hafızamla bir çelişkiye düşmem.
ardından eşkıya ve yeniden kendine güveni gelen türk sineması.
senede yüzlerce film çeken yeşilçam günlerine dönemedi belki ama çok güzel işler başardı ve başarmakta.

çok beğenilen ve gişe başarısı yüksek olan filmlere karşı ödül verenlerin ön yargısı anlayamadığım bir konu.
kimilerince duygu sömürücüsü ilan edilen çağan ırmak'ın ıssız adam neyse de babam ve oğlum'la ödül alamamasını anlamış değilim mesela.
bir filmin kaba deyimle reytinginin yüksek olması daha da kaba bir deyimle halkımızca bokunun çıkarılmasında yönetmenin ne gibi bir suçu olabilir?
sanat toplum içindir felsefesi ödüllerde işe yaramıyor anlaşılan.

altın portakal'ı ele alalım mesela, hatta altın portakal 2008'i irdeleyelim.
pazar: bir ticaret masalı altın portakal'da en iyi film dahil 4 ödül aldı malumunuz.
gittim gördüm.
aslında "yumurta" deneyiminin ardından ödüllü filmlere tövbeliyim arkadaş dediysem de tutamadım kendimi işte.
oysa jüri özel ödüllerine layık görülen filmler damak tadıma daha bir yaraşıyor; yaşamın kıyısında, takva, mustafa hakkında her şey (çağan ırmak ama gişede iyi hasılat yapmayanından) gibi..
benim gözümle pazar, ben hopkins'in iyi niyetli bir çalışması olmuş.
film başladığında rojin'in etnik şarkıları bir slumdog havasını yakaladığımızı sanmamıza neden oldu.
güzel şarkılar, etnik unsurlar, fakirlik hepsi mevcuttu.
ancak filmin baştan sona aynı heyecansız çizgide ilerlemesi,
tam bir şeyler olmasını beklediğiniz anda bitmesi ödüllü filmlerden beklentinizi de alaşağı ediyor.
-dikkat filmle ilgili ayrıntı-
baş karakter mihram'ın film tanıtımında bile uyanık olarak nitelendirirken film sonunda kurtlar sofrasına yem olması, evinde doğru düzgün televizyon bile yokken jack nicholson taklidi yapabilecek kadar onu gözlemlemiş olması, şivelerdeki kayma filmde verilmek isteneni bana yanlış aksettirdi.
-dikkat filmle ilgili ayrıntı bitti-
sonuç; tatminsizlik ve/veya eksikliği kendinde aramanın verdiği kafa karışıklığı.

pazar'dan aldığım dersle, tam bir sanatçı vizyonuna sahip olmadan bir daha altın portakallı film izlemeyeceğime sizin huzurunuzda söz veriyorum.
sanat sanatçı içindir nitekim.
ben değil jüri öyle diyor.
sanatçı olmayana ise ıssız adamı izleyip izleyip ağlamak kalıyor.
öperins!

2 yorum:

hayri vaka dedi ki...

- tayanç. (bu adama biri kızdığı zaman o sondaki ç harfini nasıl söylüyordur acaba merak ettim)

- genco erkal'ın sinemada nadir görüldüğü filmlerden olsa gerek bu. eski bir filmi vardı trt de. bankerler olayını hicvediyordu. pazara gidiyordu bunlar. karısına "kaç kilo dudak boyası alalım?" diye soruyordu genco. neticede hep pazar pazar.

- ıssız adam'ı izleyip ağlamak da ne oluyor yahu? damla başına 5o dolar kazandı ırmak adamlar. çağan adamlar. (bkz. sevgili zoruyla ıssız adama gitmiş erkek)(bkz. türkiye'de hem aşçı olup hem de plak koleksiyoncusu olma ihtimali)

- yumurta ile ilgili sinan çetin'in bir lafı vardı: "entellektüel kabızlık"

- tamam belki recep ivedik'e değil ama organize işler veyahut hokkabaz adlı/gibi filmlere verilse ya bu turunç.

Allegra'nde dedi ki...

filmde tek güzel şey genco erkal ve her akşam votka rakı ve şarap şarkısıydı :)