5 Ekim 2009 Pazartesi

şehir merkezi (centrum)*

haftasonu için evlenmeden önce nüfusumun kayıtlı bulunduğu yere gittim.
aslında oraya memleket de denilebiliniyor ancak hiçbir zaman memleketimde ikamet etmediğim ve oraya ait bağımın sadece aile büyükleri ile sınırlı olması nedeniyle memlekete gittim tabirini kullanmayı tercih etmiyorum.
kız kardeşimin beden eğitimi öğretmeni olduğunu ve annemlerin de "ona bakmak için" görev yerine çok yakın olan büyükbabamın evine taşındıklarını size söylememiştim sanıyorum.
ailesel olarak 1 yılı aşkın bir süredir "pastoral" bir hayat yaşıyorlar.
kent hayatından sıkılıp, temiz hava bol yeşil bir hayatta inzivaya çekildiklerini söylemek çok entel kaçabilir, zaten asıl saikleri de bu değildi.
ee onlar gidince ben de ankara'da bir nevi gurbette kaldım.
yüksek yüksek tepeler şarkısı bünyemde vuku bulmaya başlamıştı ki daha fazla geç kalıp annemi yelkene bindirme fantezisine kapılmadan yola çıkma kararı aldık.

doğanhisar, konya'nın pek bilinmeyen ilçelerinden.
konumu itibariyle de sapa olduğundan, ılgın ile akşehir'in arasında kalmasına rağmen pek bilinmiyor.
zaten doğa koşulları olarak da pek konya/iç anadolu kenti değil.
bizim bahçede fındık yetişiyor, o kadarını söyleyeyim.
3 katlı bahçemizde 2 gün boyunca gerçek farmvillecilik oynadım.
farmville'in de kapanması beni teğet geçti yani.
elma, barbunya, domates, biber, mısır, ceviz topladım.
bu arada taze ceviz hayatımda yediğim en güzel şeylerden biri ve kesinlikle bağımlılık yapıyor.
her güzel şeyin bir bedeli olduğundan, eldiven giymenize rağmen elinizin kapkara olmasını göze alabiliyorsanız yemeden durmanız mümkün değil.
ben çatlayana kadar yedim, anneler ne günler için :))
hayatımda ilk kez bir mantar çiftliği gördüm.
mantarlar o kadar güzel, beyaz ve yumuşaktılar ki dokunmaktan kendimi alamadım.
uçurtma uçurdum, çeşmeden su içtim, ne giysem tasasından uzak tüm salaşlığımla, anne evinde olmanın sorumsuzluğuyla huzur buldum.
neticeten bol temiz havalı, yeşilli, beyazlı, cevizli, bir haftasonu geçirdim.
ayrılırken annemin ve babamın gözlerine bakmamaya çalıştım.
26 yıl (üniversite de dahil) beraber yaşadıktan sonra ayrılmak cidden çok zor oluyor.
gurbet kuşu oldum bu yaştan sonra.
ayrıca şu an oksijen zehirlenmesi yaşıyorum, temiz hava beni acayip çarpmış.
sabahtan beri ölü gibiyim, dudaklarım da inanılmaz derecede çatlamış durumda.

ee o kadar pastoral yazdım, yazımı da cahit külebi'den hikaye şiiriyle noktalamak isterdim ama münasip olmaz.
ben evde cihan'a okurum onu.
öPERİNS!

*yol boyunca o kadar çok gördüm ki bu yazıyı, seyahat yazıma başlık olmazsa ayıp olurdu.

6 yorum:

noraashira dedi ki...

Benimde kütüğüm Gümüşhane'de, ne ben ne babam görmüş ama mecburen bir bağ söz konusu. Ayrıca taze cevize bayılırım, afiyet olsun, kıskanmadım değil :)

Allegra'nde dedi ki...

@nora: aslında ben giderim de öyle bir "amaaan memleketimmmm" durumu yok. :))

dwarfwaves dedi ki...

pastoral hayatı ne hikmetse sevemiyorum...hani arabanın içinden,a bak ağaç,a bak kelebek derim belki.ya da mangal yaparken .... kuşlar ağaçlar,binbir renkli çiçekler diye hönküredebilirim...ama ben bina seviyorum,karmaşa,gürültü,korna sesi seviyorum..bol bol para dökeceğim mağazalar olsun,budur benim mevzum :))

Allegra'nde dedi ki...

@dwaerwaves: ayy sen neymişsin ayol! :P

Unknown dedi ki...

bu haftasonu ben de baba ocağındaydım yaa.

Allegra'nde dedi ki...

ahahhah yok artık tamer oyguç!